Orhan Kemal, Sait Faik'i Anlatıyor


Efendim, Sait Faik'la çok sevişirdik. Çok seviştiğimiz için de birbirimizi fazla vururduk. Yani maruf tabiriyle birimizi yerdik. Ne zaman bana rastlasa mutlaka ama mutlaka bir laf atar ortaya.

Bana bir gün: — Ne dolaşıyorsun bu hikâye, roman vesaire? Kim abad olmuş da sen olacaksın! dedi.

Ben de: — Sen onu bırak, sen ne diye mesela sefihi kibire vuruyorsun! dedim.

— Bu da nereden çıktı? diye kızdı. Alay ediyorum zannetti. Zaten kuşkulu bir insandı.

— Öyle ya, dedim, sefihlik de senin hakkın. Zenginsin, annen bakıyor sana, Fransalar'da da okudun.

Şimdi burada kullanamayacağım bir küfür salladı.

— Niye? dedim.

— Ulan ben Fransa’ya okumaya gitmedim.

— Niye? dedim.

— Gezmeye, yemeye, içmeye para harcamaya gittim.

Ve gene burada da özür dileyeceğim, bir küfür daha salladı ve gülüştük karşılıklı.

— Bu neden icap etti? Ne oldu? Neden? dedi.

— Seninki neden icap etti? dedim. Ben kalemimle İstanbul'a geldim. İstanbul'da kalemimle geçineceğim.

Çünkü bana daha önce Beyoğlu’nda rastlamıştı. Bir sarı defter gösterdi:

— Roman yazıyorum, roman!

— Kaç tane? dedim.

— Ama, dedi, sen realistsin, gerçekçisin. Sen palavra sallarsın, uzatırsın lafları falan.

— Sen de yap o işi, dedim.

— Ben imajinasyon yapıyorum, dedi.

— Biz de on yapıyoruz ama... kararında.

Bir düşündü şöyle. Bir küfür salladı, defteri cebine soktu. O, aşağıya, Galatasaray'a doğru, ben de Taksim'e doğru yürüdüm. Birimizi daima böyle hırpalardık, yerdik.

Ama şuna çok kaniim, hakikaten inanıyorum ki Sait Faik beni çok severdi. Ben de onu çok severdim. Hatıralar... Hani laf lafı, laf tütün tabakasını açar derler. Şimdi tütün tabakası açılınca uzun konuşmak lazım. Ama yerimiz de müsait değil, uygun değil. Kısa keselim en iyisi.

Yazılarımızda belki konuşuruz ileride. Yahut gerekirse gene bu konuşmayı devam ettirebiliriz. Hem de sayfalar dolusu.

Yorumlar