Ahmet Kabaklı'nın Bir Şiiri Üzerine - Nurullah Ataç

Bir Şiir


Geçen mektubumda şiirden açmış, bağlayamayınca da, iki gözüm okurum, sonunu bu haftaya bırakmıştım. Biter mi şiir üzerine söyleyeceklerimiz? Aşk gibidir şiir de: söyleriz söyleriz, çok şeyler söyledik gibi gelir bize, bir de bakarız ki bir şey söyleyememişiz, hep çevrede dolaşmış da öze değememişiz. Şiir nedir, ne yapsam anlatamayacağımı, anlayamayacağımı gördüm de kaçıyorum sanmayın. Bir umuttur kişinin gönlünde, büğün çözemedimse yarın çözerim deriz de büyüsüne tutulduğumuz şeyden çekemeyiz, alamayız kendimizi. Aydınlatacağımıza daha da karıştırır, daha da karartırmışız, olsun, elimizde değildir ondan uzaklaşmak. O uğraşmalar, o didinmeler büsbütün boşuna mıdır dersiniz? O karanlıklarda bir şimşek çakıvermez mi? Söyleyen bocalıyor, bocalıyor da işin içinden çıkamıyormuş bir türlü. Peki, ya dinleyen? «Söyleyenden dinleyen arif gerek» derler, benim aşk üzerine, şiir üzerine o biribirini tutmaz sözlerimden siz de, benim canım efendim, seziverirsiniz aşkın, şiirin ne olduğunu.

Döneceğim gene şiir konusuna. Ondan önce bir diyeceğim var size. O da şiir üzerine, daha doğrusu şiirin ta kendisi. Anladınız, size bir şiir okumak istiyorum. Bilirsiniz, ben, eski, yeni, birtakım şiirlere vuruluveririm, artık nerede olursa olsun onları okumak isterim. Duyuracağım, tanıdığım, tanımadığım bütün gönüldeşlerime, şiiri sevenlere duyuracağım onu. Bir borç bilirim bunu kendime, duyurmadan içim rahat etmez. Şiire benim başka ne türlü yararlığım olur? Kendim yazamıyorum, şairlerin yazdıklarını da yaymayayım mı? Benim de övünecek bir şeyim olsun bu dünyada: şimdiye kadar beğendiğim, vurulduğum şiirlerden çoğunun güzel olduğunu, gerçekten güzel olduğunu zaman gösterdi. Yanılsam da ne çıkar? Bakalım doğru mu yanıldığım? Biz insanlar yanılırız da zaman yanılmaz mı sanki? Güzel bir şiir benim büğün size okuyacağım şiir, hem de çok güzel bir şiir, belli ki vergili bir şairin elinden çıkmış. Eskilerden değil, yenilerden birinin, bir gencin, daha ilk şiirini yazan bir gencin. Ahmet Kabaklının, belki duymamışsınızdır adını. Ben de duymamıştım. Kendini de görmedim, tanımıyorum, bu şiiri okuduktan sonra bir mektup yazdım, cevap verdi. Bütün dostluğumuz, ahbaplığımız işte bu kadar. Karşılaşsak belki de sevmeyiz birbirimizi. Kendi de söylüyor: okurmuş benim yazılarımı ama düşüncelerim arasında, kullandığım kelimeler arasında hoşlanmadıkları varmış. Kızıyordur onlara. Kızsın. Onun hatırı için düşüncelerimden, kullandığım kelimelerden, kimini özene özene seçtiğim, kimini de benim uydurduğum tilciklerimden geçecek değilim a! Ahmet Kabaklı ile geçinmeye niyetim yok. Ama inanın bana, iyi şair. Şiirini nereden buldum, sormayın orasını, düştü bir yerden, bir dergide falan çıkmadı, elden geldi. «Üzümünü ye de bağını sorma» derler, siz de dinleyin şiiri:

Şu gelen kadın sesidir…
Aklın donuklaşır serinlikde,
İçinde ihtilâl olur…
Anan sütü gibidir delilik,
Helâl olur.
İnce esişine kul olduğumun
«Hey gidinin efesi!»
Dalaşı dolaşı hal olduğumun!
Adam kahrından ölesi…
Şu gelen kadın sesidir…

Bir yetişkin kız olacak, ince etekli,
Endam emekli emekli
Gül yanaklar, sarı saçlar,
Fistan benekli benekli.
Hulâsa ballı petekti….
Gezin firaklı firaklı…
Şu gelen kadın sesidir.

Uy anam kadın sesidir!
Dayan Allahı seversen.
Sanki şeytan dürtmesidir,
Şu gelen kadın sesidir.

Eskilerden, yenilerden çok şiir okudum ben. Kimi vardır, birdenbire çeker insanı. Ama dayanamaz, üç beş okuyuştan sonra bıktırır. Kimi vardır yavaş yavaş erersiniz tadına. Kimi vardır birdenbire çeker, hem de dayanır, her okuyuşta onda başka bir ustalık sezer, bir kat daha hayran olursunuz. Ahmet Kabaklı'nın şiiri işte o çeşitten. Okudukça anlıyorsunuz ki şair bunu öyle çabucak yazıvermemiş, çırpıştırmamış. Bir duyuyu, bir kadın sesi işitip de birdenbire teni tutuşan adamın duyusunu yakalamış, onun üzerinde düşünmüş, incelemiş onu, işlemiş, o adamın halini bize de sezdirecek, en iyi sezdirecek sözleri aramış, birdenbire geldiği gibi gene birdenbire geçecek bir duyuyu bengileştirmiş. Ahmet Kabaklı'nının anlattığı hal, yazılarda söylenilmesi ayıp sayılan hallerden, ama, dikkat ediniz, sanki soymuş onu ayıplığından. Duyular alanından alıp düşünceler alanına götürmüş. Soğutmuş mu demek istiyorum? Hayır, sıcaklığını yitirmemiş onun, bütün sıcaklığını kavrıyoruz, gene de bir düşünce yüksekliğini seziyoruz. Bu şiir bana Paul Valery'nin «La fausse morte» adlı şiirini, bir de Nedim’in:

Lâ'l-i yâr ağzında amma vâpesin olmuş nefes,
Âşık-ı bîmârı gördüm, can verip can almada.

beytini hatırlattı. Şu fark var onlardan: Nedim'in beyti de, Valery’nin şiiri de kapalıdır, ilk okunuşta kavranılmaz. Sonradan anlarsınız neyi anlattıklarını. Ahmet Kabaklı'nın şiiri ise açık, birden söylüyor ne demek istediğini. Perde arkasından değil, göz önünde. Gene de bir sanat eseri olduğunu bir an unutturmuyor, anlattığı duyuyu aşılasa, tenimizi ürpertse bile bizim sanat alanında olduğumuzu bildiriyor, bunun için de içimizde bir saygı uyandırıyor. Bu saygı, hayranlığın ta kendisidir. Şiirde devrim diyorlar, hürriyet diyorlar. Ahmet Kabaklı'nın şiiri bir şeyi yıkmadan, büyük lâflar kullanmadan o hürriyete eriveriyor.

Okuyun bir daha o şiiri, göreceksiniz ki şair sonuca basamak basamak çıkıyor, sözlerini ölçüyor, tartıyor, «Gül yanaklar, sarı saçlar» gibi bir yeniliği, bir tazeliği olmayan bir mısraı yazmaktan bile çekinmiyor, biraz daha dikkat edin, göreceksiniz ki o mısra orada gerekli, şair daha yeni bir söz arasa şiirini bozuverirdi; o adam, Ahmet Kabaklı’nın anlattığı adam, orada o sözü, o bayağıca sözü söylemek zorundadır.

Nedim de, Valery de güçlüğün üzerine doğrudan doğruya atılmamışlar, Nedim dışarıdan anlatıyor. Valery erkeğin halini, yani kendi halini değil, kadının halini söylüyor, demek ki gene dışarıdan bakıyor. Ahmet Kabaklı ise güçlükten kaçınmamış, «Ben» demiş, duyan adamı söylemiş. O adam o anda incelikler düşünemezdi, duyusunu birtakım kibarca sözler altında gizlemeye kalkışamazdı, kendisinden geçmiş, açıkça söyleyecek, bağıracak. Ama Ahmet Kabaklı onun o açıkça sözlerini, o bayağı sözlerini sadece sanatının büyüsü ile yükseltmenin yolunu bulmuş, bayağı sözler, bayağı bağırmalar var o şiirde, bayağılık yok. İşte bu, büyük sanattır.

Bu küçük şiiri eşsiz bir eser diye mi karşılıyorum? Sanat hayatımızda büyük bir olay mı sanıyorum? Hayır, büğünkü şiirimizde daha nice böyle güzel eserler olduğunu biliyorum. Ama o küçük şiirde, bir olgunluk, bir yetkinlik, yani mükemmellik var, buna büğün az rastlanıyor. Şairlerimizin çoğu, en vergilileri, çabuk çabuk yazıyorlar, yazdıklarını bir bütün olarak düşünmüyorlar, sanki kendilerini esine (ilhama) bırakıyorlar. Bunun için de çoğu şiirlerinde iyi ile iyi olmayan bir araya geliveriyor, bakıyorsunuz: «Şair bu mısraı, şu parçayı koymasaydı daha iyi ederdi,» diyorsunuz, yahut: «Şu mısra, şu parça belki iyi, belki güzel, ama burası yeri değil, bütüne bir şey katmıyor, bütünün birliğini yitiriyor,» diyorsunuz. Oysa sanat eserinin bir gücemlilik, (yani zaruret) duygusu vermesi gerektir. Ahmet Kabaklının şiirinde işte o var. Bir daha söyleyeyim: belli ki şair bunu düşünerek, tartarak, ölçerek yazmış, kendini esine bırakmamış, gelişigüzel söyleyivermemiş. Ama bunu okuyana duyurmuyor, bir çırpıda yazılmış gibi göstermesini biliyor. Sıkıntıyı belki kendisi çekmiş, dışarıya sezdirmiyor. Sanat eserinde bulunması gereken başlıca erdemlerden biri de budur. Sanat eseri büyük çabalamalar, büyük ağrılar içinde doğacak, ancak o çabalamalar, ağrılar bir sevinç havası içinde gizlenecek, elâlem orasını sezmeyecek, bilmeyecektir. Ahmet Kabaklı bunu başarmış.

Büyük bir şair mi bu Ahmet Kabaklı? Ben ne bileyim? Söyledim size, tanımıyorum onu, şimdiye kadar iki şiirini okudum, İkincisi beni çekmedi. Bir gülle bahar olmaz…

Neden bir gülle bahar olmasın, benim okurum? Bir gün bize bahan, yılın en güzel günlerini hatırlatmaya, onları içimizde yaşatmaya yetmez mi? Şair:

Ger der dil-i tü gül güzered, gül bâşî

demiş (Gönlünden gül geçse sen gül olursun). Bir gül değil, gülün düşüncesi bile bize bütün baharı bağışlar. Bunun gibi bir tek şiir de bir şairin gücünü göstermeye yeter. İsterse eşsiz kalsın, tek kalsın, onu yazan adamın sanata gerçekten yararlığı dokunduğunu söyleyebiliriz.

Kim bilir, yanılıyorum belki de. Benim söylediğim erdemler belki yok o şiirde, belki onları kendim düşündüm de görür gibi oldum. Öyle de olsa ne çıkar? Bana yetkinliği düşündürdü bu şiir, yetkin bir eserle karşılaşmak tadını tattırdı, daha ne isterim?

Dilerim, benim canım okurum, o şiirde benim gördüğüm güzellikleri siz de göresiniz. Görebiliyorsanız, düşünebiliyorsanız, hayal edebiliyorsanız, Ahmet Kabaklı o şiiri yazmakla güttüğü ereğe ulaşmış demektir. Hoşçakalın iki gözüm okurum.

Yorumlar