Şiirin sözcüklerle, daha doğrusu sözcük dizileriyle yarattığı düzen, bizim dışımızı kuşatan, daha önceden de tanıdığımız düzen değildir. Çünkü şiir bu düzeni değiştirmiş, kendi varlığına, kendi öz yapısına uygun düşürmüştür. Ayrıca şiirin yapısına sinen, bize, şiire karıştığı için güzel görünen şeylerin de, daha önceden güzel oldukları öne sürülemez. Örneğin, ağaçtan söz açan bir şiir ele alalım. Bu şiirin ağaca kattığı estetik güzellik ya da görünüm ağacın kendiliğinden (bizatihi) güzel olduğu sanısını uyandırabilir. Oysa bu yanlış bir düşüncedir. Çünkü doğadaki ağacın, hatta doğadaki hiçbir şeyin ne güzel, ne de çirkin olduğu söylenemez. Görüldüğü gibi şiir düzeniyle, şiirin yararlandığı düzen arasında büyük ayrımlar vardır. Örneğin, Ahmet Hâşim’in, “Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar” mısraını ele alalım. Öyle ki, doğanın, günün belirli bir saatinde bu mısradaki anlatıma uygun düşebileceğini de hesaba katalım. Eğer bu parçadaki güzellik, bizim insan olarak, salt o görünüm önündeki durumumuzun karşılığıysa, şunu çekinmeden söyleyebiliriz: Bu mısra doğayı kopya etmekten öteye geçememiş. Yok, eğer aynı mısra, bizde şiire özgü bir sevini, bir gerilim yaratabiliyorsa; o zaman da açıklanması güçleşecek, hatta imkânsızlaşacak denebilir. Çünkü bir şiiri açıklamaya kalkmak şiiri değil de, şiirin seçtiği düzeni açıklamak olur ki, bu da şiiri çıkış noktasına, yani hammaddesine çevirmek gibi gereksiz bir işlemdir.
O halde şiir açıklanamaz mı? Bu soruya “evet, açıklanamaz” diye cevap versek bile, bu işi uğraş olarak belleyenler hiçbir zaman eksik olmamıştır. Öyleyse şiir açıklamalarının ne olduğu, bizi ne gibi bir sonuca ulaştırdığı, üstünde önemle durulacak bir sorundur.
Önce şiir karşısında iki çeşit okuyucu vardır. Bunlardan birincisi şiire açık, ikincisi kapalı olan okuyucudur. Birinci bölüğe girenler onu anlayan, yani şiirin varlığıyla, kendi varlıkları arasında araçsız, yakın ilgiler kurabilen kimselerdir. Ötekiler aynı yakınlığa araçsız olarak varamazlar. İşte bu gibi kimselere açıklamalar yapmak gerekli olabilir. Olabilir diyorum; zaten edebiyat kitaplarının, çoğu eleştirilerin görevi de budur. Ne var ki böylesi çalışmalar, okuyucunun şiirden anlamasını sağlayamaz; olsa olsa bir sanat yapıtı üzerinde bilgiler vermeye yarar. Çünkü açıklama işi ilkelere bağlıdır, bazı temellere dayanmadan yapılamaz. Bu türlü bir çabaysa, okuyucunun şiirle dolaysız bağlar kurmasını sağlamaktan uzaktır. Böylece ortaya çıkan gerçek şu oluyor: Şiir açıklamaları, şiirle araçsız ilgiler kuramayan kişilere bilgiler verir. Yoksa sanıldığı gibi şiirin gerçek varlığını, gerçek yapısını ulaştıramaz onlara.
Bu böyle olunca, yani şiir açıklamaları bilgiler vermek görevini yüklenince, bu işlemi dayandırdığımız ilkelerin de geçerli, sağlam ilkeler olması gerekmez mi? Varlık’ın 15 Nisan 1959 tarihli sayısında, Memet Fuat’la, Kemal Özer’in giriştikleri denemeyi okursanız, her ikisinin de oldukça yüzeyde kaldığını, hele Memet Fuat’ın savunusunu yürütmesi bakımından ne kadar temelsiz yargılarla işe koyulduğunu göreceksiniz.
Peki ne yapmış Memet Fuat? Şair Kemal Özer’e bir mektup yazarak, ondan, “Ağıt” şiirini anlam bakımından açıklamasını istemiş. Kemal Özer de hiç çekinmeden, olur mu olmaz mı diye kurcalamadan bu isteği yerine getirmiş. Bir bakıma “şair şiirini okuyucunun katacağı şeylere büsbütün kapayamaz” diyen Memet Fuat’a yardımcı olmuş. Neden mi? İkinci açıklamayı da Memet Fuat yapıyor çünkü. Yapıyor ama, “Ağıt” şiirine hayatından bir şeyler katmıyor Memet Fuat. O şiire dayanarak hayatını açıklıyor sadece; şiirin ona duyurduğu hayatını… Bunun için de “Ben Kemal Özer’in açıklamasındaki duygulara taş çatlasa ısınamam” dedikten sonra, iki açıklama arasındaki ayrımları belirtmeye çalışıyor.
Memet Fuat savunusunu daha da kuvvetlendirmek için bir İngiliz eleştirmeni, I. A. Richards’ın, bu konuda yaptığı denemeleri anlatıyor. Bakın ne yapıyormuş o ünlü eleştirmen: Şiirden anlaması gereken kişileri bir araya topluyor, sonra da ellerine yazarı belli olmayan bir şiir verip, “Ne anlatıyor bu? Anladığınızı yazın” diyormuş. İşte o edebiyatçı sayılabilecek kimseler de anladıklarını yazınca, herkesin şaşıp kalacağı bir sonuç çıkıyormuş ortaya; birbirinden apayrı, değişik açıklamalar elde ediliyormuş.
Görüldüğü gibi Memet Fuat’ın demesi şu: Bir şiiri ne kadar insan açıklarsa, aynı nicelikte de değişik açıklama elde edilecektir. Yazarın bu sonuca varması, dediğimiz gibi yanlış örneklere, yanlış temellere dayanmasından. Çünkü I. A. Richards da, onun deneylerini yürüten kişiler de bir noktada yanılıyorlar. O da şu: Bu kişiler, açıklamasını yaptıkları şiirlerin yazarını tanımıyorlar. Tanımayınca da yaptıkları işin değeri kalmıyor, ayrı ayrı sonuçlara varıyorlar. Çünkü şiirin anlamı, şairin kişiliğine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu gerçeği akıldan çıkarmamak gerekir. Sözgelimi Oktay Rifat’ın şu mısrasını alalım: “Bir kız vardı yok gibi öyle güzel”. Aynı zamanda bu parçayı O. Rifat’ın yazdığım da unutalım. Unutunca bu mısranın çeşitli yorumlara elverişli olduğunu göreceğiz. Örneğin biri kalkıp, “yok olan şeyin güzelliği olabilir mi? Şair herhalde bir saçmalığı denemiş” diyebilir. Biri de çıkar, “kadın güzelliği yok olan şeylere benzer” derse haklıdır. Ya biri de kalkar, “bu şair kadın düşmanı, onları yok olduğu zaman güzel gördüğüne göre, kadınsızlıktan hoşlanıyor” derse, ayıkla pirincin taşını. Oysa şairini tanıdığımız bir şiirden yüzde yüz özdeş anlamlar çıkaramasak bile, gene de bir anlaşmaya, hiç değilse ana noktalar üzerinde bir anlaşmaya varmamız gerekmez mi? O. Rifat’ı hepimiz tanırız. Onun dünya görüşü, hayat görüşü hakkında bilgiler edinmişizdir. Şimdi o mısraya bakarak, şair “kadınsızlıktan hoşlanıyor” diyebilir miyiz?
Şöyle bir örnek daha verelim: “Tanrı güzeldir” diye bir mısra düşünelim. Bu mısra Tanrıya inanan biri tarafından yazılmışsa, o kişi Tanrıyı övüyor, Tanrıyı yüceltiyor der geçeriz. Yok, eğer aynı mısrayı, Tanrı inancı taşımayan biri söylemişse, en azından Tanrıyla eğlenildiği sonucunu çıkarmamız gerekir.
Görülüyor ki şiirin anlamını, şairinin kişiliğinden ayırmak kolay değil.
Memet Fuat’la, Kemal Özer’in yaptıkları deneme de kişiyi inandırmıyor. Neden, diyeceksiniz. Önce Memet Fuat da, Kemal Özer de ele aldıkları “Ağıt” şiirini anlam bakımından açıklayacakları yerde -ki amaçları bu- salt konusunu anlatmakla yetinivermişler. Öyle ki, Memet Fuat daha da ileri gitmiş; tıpkı bir öykü, bir masal, ya da o gün başından geçen bir olayı anlatır gibi, “Ağıt” şiirini de aynı kolaylıkla anlatmaya koyulmuş. Ama şiiri yapan öğelerin birden fazla olduğu, ayrıca, her açıklama için de belli ilkeler gerektiği göz önünde tutulursa, bir şiiri sadece konusuyla açıklamanın ne kazandırdığı çok su götürür. Bana kalırsa Memet Fuat’la, Kemal Özer’in yanıldıkları nokta da bu. Her ikisi de şiiri değil, kendilerini anlatmaya; şiire değil, kendilerine bir anlam vermeye savaşmışlar daha çok. Savaşmışlar da değil, düpedüz kendi düşlerine, kendi yaşantılarına göre değerlendirmişler “Ağıt” şiirini Yani mısralar bir çağrışım aracı olmuş onlar için.
İşi bu yandan ele alınca başkası da yapılamazdı.- Çünkü Memet Fuat ‘Ağıt” şiiriyle dolaysız bağlar da kurmuş olsa; sezdiğini, anladığını şiirin öz varlığını duyuracakleyin iletemezdi okuyucuya. Ama o şiir hakkında bazı bilgiler verebilirdi. Açıklamanın görevi de bu değil mi zaten?
Son olarak şunu da söylemek istiyorum: Memet Fuat, Valery’nin bir sözünü alıyor, “Şiirlerime ne anlam verilirse anlamları odur. Benim onlardan çıkardığım anlam bana göredir, kimsenin onlara başka anlamlar vermesine engel olmaz”. Bu sözün hemen ardından da şunu ekliyor: “Gene de şiirin amacı belirli bir şey anlatmaktır. Eleştirinin de öyle…”
Önce Valery’nin sözü üzerinde duralım. Memet Fuat, “Şair şiirini okuyucunun katacağı şeylere büsbütün kapayamaz” düşüncesini pekiştirmek için kullanıyor bu sözü. Bana gelince, ben aynı sözden şunları çıkarıyorum: Bir şiiri değerlendirirken, o şiirin sınırlarını bilmek gerekir; fazlası, bizim o şiire eklediklerimizdir. Şiirin gerçek değeri ise bu ek yaşantıların dışındadır. Dernek kendi anladığımızdan çok, şairin ne anlattığına bakmak daha yerinde olur. .Böylece şairin şiirine verdiği anlam neyse, ona daha bir yaklaşık oluruz. Yoksa bizim kendimize göre çıkardığımız anlam, ancak bize göredir. Bu da şairin kişiliğini unutmakla elde edilir. Ben Valery’nin sözünden bunları anlıyorum.
Memet Fuat’ın, “Gene de şiirin amacı belirli bir şey anlatmaktır. Eleştirinin de öyle…” demesine gelince; ben şiirle eleştirinin anlattıkları başka başkadır sanıyorum. İlk ve önemli ayrım da şudur: Şairin karşısında bir evren vardır, eleştirmenin karşısındaysa şairin yapıtları… Şair hemen hemen özgürdür, eleştirmense bu özgürlüğün verileri önündedir, yani yaratma alanı daraltılmıştır. Kısacası, eleştirmen sanat yapıtIarına bağlıdır. Bütün bunlarsa ayrı bir yazı konusudur.
Yeditepe 4 (16-31 Mayıs 1959)
Yorumlar
Yorum Gönder