Demek istediğim bu değil. Öyle düşünüyorum ki, onun getirdiği en büyük yenilik, kurallara, geleneklere karşı koyma, inandığını yapmak yolunda namuslu olmaktı. Edebiyatımızda bu türlü yeniliği o getirmedi mutlak. Ne var ki, o iddialı, gürültülü geldi. Yeniliği günlük konu olmaya elverişli, kolaya alınabilir soydandı. Görünüşte öyleydi tabiî. Herkes de onun bu yönüne aldandı ya. Yoksa şiirin doğrudan doğruya kendisiyle ilgili yenilikler günün birinde nasıl olsa gelecekti. Ondan önce iyi kötü başlamıştı bile. Nitekim ondan sonra da onun getirdikleri değişikliğe uğradı. İleriye götürülmek istendi, zorlandı. Yavanlaştırıldı hatta. Orhan Veli edebiyatımıza bir başka şey daha getirdi ki, onu yazımın sonuna saklıyorum.
Orhan Veli’den önceki ve sonraki şiir akımlarının birtakım ustaları bile türedi. Bütün iş burada. Bunlar kendi anlayışlarının, kendi getirdiklerinin gerçekten ustasıydılar. Hem kendileri buna inanıyorlardı, hem tutkunları.
Çeşitli şiir anlayışının çeşitli ustası var günümüzde. Hepsi de yapılması gerekenin en iyisini yaptıkları kanısındalar. Ortaya çıkıp da bağırıyorlar mı? Hayır. Başka türlü anlatıyorlar kanılarını. Değişmemekle o kötülemek için de söylemiyorum. Hem ben her çağda her türlü sanatçının kendi işlemi, kendi sanatıyla, hiç değilse üç beş kişiyi kurtardığına inanıyorum. Çeşitli kişilerin, çeşitli toplum katlarının sanat anlayışı, ekini bir düzeye çıkmadıkça, çıkmaz. Bu hep böyle olacak. Hatta o zaman bile olmayacak belki.
Bugün en çok sevdiği sanatçılar içinde hâlâ Mehmet Âkif’i, Orhan Seyfi’yi sayanlar var. Bunlar mutlak bugün de Mehmet Akif gibi, Orhan Seyfi gibi yazanları sevecek elbet. Ayıplıyor muyum bu gibileri? Aklımdan bile geçmez ayıplamak. Demek istediğim, her şairin bir çevresi vardır. Hepsi ayrı ayrı yerlere seslenirler. Hepsinin vurgunu var.
Benim diyeceklerim başka. Ben doğrudan şairin kendisiyle ilgileniyorum.
Şimdi şunu soracağım: Bir yenilik, bir akım ne zaman eskimiş olur? Ne zaman tazeliğini yitirir? Ben şöyle düşünüyorum (yanılabilirim elbet): Ne zaman ortalıkta o akımın ustaları çoğalırsa, yahut türerse, ortaya bir akımın ustası çıkarsa, o akımda yapılabilecek her şey yapılmış demektir. Bundan sonra yapılacaklar hep birörnek şeyler olacaktır.
Ya ustaların hâli? O daha başka. Hem kendisini, hem çevresini aldatmak için yazacaktır artık. Anlayışının, ustalığının rahatına ermiştir. Her yeniliği getirenler, getirdikleri yeniliklerin ustası olmaya özenirler. Bu bir alışkanlıktır. Belki daha öte, bir zorunluluktur; hatta doğaldır. Kişi kolay kolay kurtaramaz bundan kendini. Diyeceksiniz ki, zaten böyle olması gerekmez mi? Hayır gerekmez.
Taze bir örnek vereceğim size: “Yeşeren Otlar”. Cahit Külebi’nin “Rüzgâr”dan ve “Yeşeren Otlar”dan sonra önümüzdeki günler için neler yazacağı aşağı yukarı kestirilebilir. Bir “Ağustos Tahmini”, bir iki ağlamaklı aşk türküsü, bir iki ufak tefek süslü şey. Hep o değişmez huzura varmış, artık kalıbını bulmuş ve o kalıpta yitip kalacak deyiş, benzetmeler, düşlenmeler.
Neden biliyor musunuz? Çünkü onun amacı sanatının ustası olmaktı. Oldu. Bütün gücünü yitirdi. Kendi kendini yıkacak artık. Yazdıkları başkalarının, okuyucularının yine hoşuna gidecek, ama gereği olmayacak.
Bu arada kendimce önemli saydığım bir konuya da dokunacağım. Edebiyatımıza en büyük kötülüğü, eleştirme yaptığını sanan kötü yazarlar ediyor. Değiştiremediğimiz, yenileştiremediğimiz önemli bir şey kaldı. Değerlendirme yöntemi. Açın dergileri okuyun.
Kitaplar yazıldığı anlayışın ölçüleri[yle] değil, o hiç değişmeyeceğini sandığımız ölçülerle ya göklere çıkarılır ya da yadsınır. Bir şiir kitabı için yazılmış eleştirme yazısının adını ve kitaptan alınmış örnekleri değiştirip, bir başka kitap için söyleyebilirsiniz. Kitap eleştirenlerin ellerinde bir iki kural vardır. Vururlar kitabı onlara. “Bu şiirler samimi, yapmacıksız ve sade”, “Şair güzel bir deyişe varmıştır bu şiirlerde”, “Yalın bir dille” falan…
Niçin ille “Samimi, yapmacıksız ve sade”? Niçin ille “Güzel deyiş, yalın dil”? Huzurumuzdan kuşkulanmak aklımıza gelmiyor. Ben usandım artık bunlardan. İnadına “Kötü bir deyiş”, inadına “Çetrefilli bir dil” diyorum.
Bir akımın ustaları çıkınca ortaya, o akım da, o usta da yitirmiştir gücünü artık dedik. Hem onların gücü yitmiştir, hem sanatın gereği. Bakın nasıl? Okuyucu için sanat, yapıt demektir. O, sanattan tadını, yapıtı okurken alır. Halbuki sanatçı için sanat, yapıttan öncedir, yaratmanın, yapmanın kendisidir. Okuyucu okurken gönenirse, sanatçı yaratırken gönenir. Okuyucunun amacı yapıttır, sanatçının yaratma. Artık kendi işi, bilen, hatta yapacaklarını bir türlü içgüdü ile rahatlıkla, kolaylıkla yapanın yaptığı yaratma değildir, çoğaltmadır. Alışkanlıktır. Bundan sonra sanatın gereği kalmamıştır. Sanatçı için kalmamıştır. Okuyucunun durumu pek değişmez. O, yanılmayacağına inanmış olduğundan aklını bile kullanmaz. Yanılmaz da zaten.
Orhan Veli edebiyatımıza bir başka şey daha getirdi demiştim. Şuydu: Orhan Veli Garip’le gerisinde iyi kötü usta bir şair bıraktı. Yahut ustalaşmaya başlamış bir şair. Onun Garip’ten önceki şiirleri, isteseydi o tarzda usta bir şair olabileceğini gösteriyor bize. Ama ne yaptı o? Acımadan bıraktı onları. Hiç yazmamış gibi anmadı bile. Yeniden çırak oldu. Acemi oldu. Sonra da durmaksızın acemi kalmaya çabaladı. Belki de acemiliğin güzel, tadına doyulmaz, zorlu, maceralı bir havası olduğunu biliyordu. Yaratmanın ancak acemilikle olduğunu biliyordu. Okuyanları doyurmuyordu belki ama, sanatının gereğini yitirmiyordu.
Sanatçıyı yitiren ustalıktır. Usta olmaktan korkunuz diyorum. İyi olsun.
Şimdilik, Sayı 2, Şubat 1955
Yorumlar
Yorum Gönder