Gelenek ve Şair – II [T.S. Eliot]


Güvenilir bir edebî eleştiri, şaire değil, onun eserine yöneltilmiş duygulu bir değerlendirmedir. Gazete eleştiricilerinin şaşkın haykırışlarına ve onu takip eden yaygın mırıltılara kulak verirsek, şiirden çok şair ismi işitiriz. Şu ana kadar bir şairin başka şairlerin eserleriyle olan ilişkisi, uyumu üzerinde durdum ve herhangi bir şiirin, yazılmış olan bütün şiirlerin meydana getirdiği organik bütünün bir parçası olduğunu söyledim. Şiirde objektif olma teorisinin öteki yönü ise, şiirin yazan ile olan ilişkisidir. Olgun bir şairin dimağının, olgun olmayanınkinden farklı olduğunu bir benzetme yardımı ile ima etmiştim. Bu bir şahsiyet değerlendirmesi, olgun dimağa sahip olanın daha ilgi çekici oluşu ve söyleyecek daha çok şeyi olduğu meselesi değildir. Bununla, olgun bir dimağın, içinde çok çeşitli duyguların yeni bileşikler yapabileceği, daha kusursuz bir yaratma ortamı olduğunu söylemek istiyorum.

Bu benzetmede olgun bir dimağ bir katalizöre benzetiliyor. Sözü geçen iki gaz, platin çubuğun varlığı sayesinde sülfürüz asit meydana getiriyor. Bu bileşik, sadece platin çubuğun varlığı ile mümkündür. Fakat bu yeni bileşik, platin çubuktan hiçbir iz taşımaz ve çubuk da bu olayda hareketsiz, değişikliğe uğramadan nötr kalabilmiş, etkilenmemiştir. İşte şairin dimağı bu platin çubuğa benzer. İnsan olarak şairin şahsi tecrübesi, bütünüyle veya kısmen bu sentez olayının içindedir. Fakat şair ne kadar olgunsa, yaratan dimağ ile ızdırap çeken insan arasındaki sınır o kadar kesindir. Onun dimağı, ham maddesini teşkil eden duyguları olgunluğu derecesinde hazmeder ve onlara yepyeni bir şekil verir.

Veya büyük bir şiirde şuurlandırılmış herhangi bir duygu dolaysız bir şekilde kullanılmayabilir ve şiir sadece düşünce unsurundan ayrılmamış duygu unsurlarını ifade edebilir. Dante’nin ‘Cehennem’inde, XV. Kantoda durumun gerektirdiği bir duygu işlenmektedir. Fakat bu bölümün okuyucu üzerinde bıraktığı etki, her sanat eserinde olduğu gibi kendine has olmakla beraber, bir hayli karmaşık olan ayrıntı ile sağlanmıştır. Şiirin son kıtasında bir imaj yaratılmakta ve bir başka imaja bir öncekiyle hiçbir ilişkisi olmayan, fakat uygun bir bileşik oluşturmak üzere şairin dimağında bekleyen yoğun bir duygu ve düşünce unsuru bağlanmaktadır. Gerçekte şairin dimağı, sayısız duygu – düşünce komplekslerini, çeşitli ifade şekilleri ve imajları yakalayan ve bu unsurları yeni bir bileşik oluşturuncaya kadar muhafaza eden bir ortamdır.

Büyük bir şiirin, onu büyük yapan özelliklerini taşıyan muhtelif bölümlerini karşılaştırırsanız, tecrübe unsurlarının oluşturdukları yeni bileşiklerin ne kadar çeşitli olduğunu ve romantik «coşku» gibi yan ahlakî herhangi bir ölçünün büyüklükten ne kadar uzak olduğunu görürsünüz. Çünkü önemli olan, şiirin özünü oluşturan unsur ve duyguların yoğunluğu ve büyüklüğünden ziyade, bu unsurlardan yeni bir sentez oluşturan yaratma sürecindeki yoğunluk ve gerilimdir. Yine İlâhi Komedi’de Paola ve Francesca ile ilgili bölümde belli bir duygu işlenmektedir. Ancak şiirin yoğunluğu, şiire konu olduğunu zannettiğimiz tecrübenin yoğunluğundan tamamen farklı bir şeydir. Üstelik bu bölümün, dolaysız bir şekilde belli bir duyguya dayanmaksızın Ulysses’in seyahatlarını konu edinen XXI. Kanto’dan daha yoğun olduğu söylenemez. Bir duygunun başka bir duyguya dönüştürülmesi pek çok şekilde mümkündür. Agamemnon’un öldürülmesi ve Othello’nun azabı, Dante’nin eserindeki sahnelerden daha çok gerçeğe benzeyen estetik bir etkiye sahiptirler. Agamemnon’daki estetik duygu, eseri gerçekten seyreden bir kişinin duygularına yakındır; Othello’da ise, bu duygular eserin kahramanının duyguları gibidirler. Fakat sanatla olgu arasındaki fark daima kesindir. Agamemnon’un öldürülmesinde etkin olan tecrübe bileşiği, Ulysses’in seyahatındaki kadar karmaşıktır. Her iki durumda da tecrübe unsurları kaynaşmışlardır. Keats’ın gazeli, bülbülle özel bir şekilde ilgisi olmayan bazı duyguları ifade eder, fakat bülbül, biraz cazip bir adı olduğu için, biraz da şöhretinden dolayı, bu duyguların biraraya gelmesine hizmet etmiştir.

Karşı olduğum görüş, ruhun maddi bütünlüğünü savunan metafizik düşüncedir. Söylemek istediğim, şairin ifade edilecek bir şahsiyetinin değil, şahsi bir dimağ ortamına sahip olduğudur. Bu ortamda dil ve tecrübe unsurları kendilerine has ve beklenmeyen şekillerde birleşirler. Bir kişi olarak şair için önem taşıyan izlenim ve tecrübeler, onun şiirinde hiç de yer almayabilir, öte yandan bir kişi olarak önem vermediği öteki tecrübeler şiir için çok önemli olabilirler.

Şimdi bu gözlemlerin ışığında -veya karanlığında- incelenmek üzere size tanımadığınız bir şiir parçası sunacağım:

Ve şimdi, onun güzelliğine taptığım için,
Kendime kızmam gerektiğini düşünüyorum.
Yine de onun ölümünün intikamı olağanüstü bir şekilde alınmalıdır.
İpek böceği emeğini senin için mi harcıyor?
İpekten yumağını senin için mi açıyor?
Bir anlık şaşkınlığın küçük kârı için, hanımefendiler için, beyefendiler satışa çıkarılır mı?
Şu adam niçin doğru yoldan sapar da hayatını hakimin dudaklarından dökülecek bir cümleye teslim eder?
Beslediği at ve adamların yiğitliklerini onun uğruna harcamak için mi?
Böyle bir şeyi soylu göstermek için mi?

Şiirin bütünü içinde anlamı daha açık olan bu bölümde, olumlu ve olumsuz duygular bir arada ifade edilmişlerdir. Bir yanda güzelliğin yoğun ve güçlü cazibesi ve öte yanda bu güzellikle tezat teşkil eden ve onu tahrip eden çirkinliğin yoğun büyüsü. Böyle birbirine zıt olan duyguların dengesi, bu konuşmanın geçtiği dramatik durumun içinde vardır. Ancak durumun sadece kendisi bu dengeyi yaratmak için yeterli değildir. Bu, sadece dramatik şiirin yaratabileceği ve eserin yapısında etkin olan bir duygudur. Bu bölümün üzerimizdeki etkisi, onda hâkim olan ton, yüzeyde kalan fakat bölümün özünü oluşturan duyguyla yakınlığı olan ve bize yeni bir estetik duyguyu tattırabilmek için onunla birleşen birtakım duygulardan ileri gelmektedir.

Bir şair, şahsi duygu, tecrübe ve heyecanlarından dolayı ilgi çekici veya büyük değildir. Onun şahsi heyecanları basit, ham veya sığ olabilir. Fakat şiirinde ifade ettiği duygular olgun, derin ve muhtevalı olacaktır; bir tecrübenin derinliğine, bütün incelikleriyle şuuruna varıp onu şiirde ifade etmek normdan uzaklaşmak anlamına gelmemelidir. Gerçekte en büyük hata, şairin sadece şahsına münhasır olan, yani başkaları tarafından yaşanmamış yepyeni duyguları şiirde ifade etmeye çalışmaktır. Bu yenilik arayışı şiirde ifade bulmaya çalışırsa, şiir kendi amacına ters düşer. Şairin işi, yeni duygular bulmak değildir; o, herkesin yaşadığı duyguları kullanmalı ve onları şiirinde ifade etmelidir ve bu duyguların yalnızca kendisine has olmamasına da ayrı bir özen göstermelidir. Tabii ki yerine göre, şairin kendisininkinden gayri duyguların da şiirde yeri vardır. Netice olarak, Wordsworth’un ifade ettiği gibi, «önceden yaşanmış duyguların daha sonra sükûnet içinde düşünce süzgecinden» geçirilmesi fikri doğru değildir. Çünkü bu anda yaşanan ne duygudur, ne de düşüncedir. Sadece her ikisinden de uzak olan bir sükûnet anıdır. Halbuki şiir, duygu ve düşüncenin kaynaştığı yoğun bir dimağ faaliyetinin mahsulüdür. Bu yoğun dimağ faaliyeti içinde, alelade bir kimse için hiçbir anlam taşımayan tecrübeler, şairin dimağında anlam kazanır ve yeni bileşikler meydana getirirler. Bu yoğun dimağ faaliyeti, şuurlu ve özel bir şekilde meydana gelmez. Tecrübeler, bu faaliyet anında fikir süzgecinden geçirilmezler ve büyük bir sükûnet içinde de yeni bileşikler içinde yerlerini almazlar. Şiirin yaratılmasında şuura düşen iş çoktur. Aslında, kötü şair şuurlu olması gereken yerde şuursuz; şuursuz olması gereken yerde de şuurlu olandır. Her iki hata da onu sübjektif yapar. Şiir ise, şahsiyetin ifade bulacağı bir sanat ortamı değildir. Şiir, duyguların başı boş kalması değil, fakat şahsiyetten kaçıştır. Bunun ne kadar zor olduğunu ancak kaçacak bir şahsiyete ve duygulara sahip olanlar bilirler.

Bu denemede amacım metafiziğin veya mistisizmin sınırlarını zorlamak değildir. Ben burada sadece şiirle ilgilenen ve bu işin sorumluluklarını yüklenmiş bir kişiye bazı uygulanabilir gerçekleri aktarmaya çalışıyorum. Dikkati şairden şiire yöneltme, takdire değer bir amaçtır. Çünkü bu bizi, iyi veya kötü, gerçek anlamda şiir değerlendirmesine götürecektir. Şiirde samimi duyguların ifadesini takdir eden pek çok ve teknik üstünlüğü anlayabilen pek az insan vardır. Pek az insan da, şairin hayatında yeri olmadığı halde, şiirde hayat bulan anlamlı duygu ifadesinin farkına varabilir. Sanatta yaşayan duygu şahsi değildir, objektiftir. Şair bu objektifliği, bütün varlığını yaratmakta olduğu esere vermeden gerçekleştiremez. Ve şair, yalnız «hal» de değil, «geçmiş» in «hal» le kesiştiği anda yaşamadıkça; yalnız gelmiş geçmiş olanın değil, fakat «hal» de yaşananın da şuurunda olmadıkça, ne yapması gerektiğini bilemez.

Eliot TS. Edebiyat Üzerine Düşünceler. Kültür Bakanlığı Yayınları; 1983.

Yorumlar