Önce hiçbir şey demedim. Sonra da demedim ama düşündürdü beni bu sözler. Kapalı şiir, açık şiir nedir? Şiirin kapalısı, açığı olmalı mı, olabilir mi? Böyle bir ayrımı biraz gereksiz, biraz çocukça buldum. Adları da pek çirkindi üstelik: Kapalı, açık.
Sonra kendimce şöyle bir açıklama çabasına giriştim.
Açık dedikleri şiir belli. Ne dediği anlaşılan, dili açık, kuruluşu düzgün, şairanelikten uzak, âşık olunca, âşık oldum; aç kalınca, acıktım diyen, girdisiz çıktısız, kör kör parmağım gözüne bir şiir yani. Biraz aydınlık, yapısı bakımından aydınlık, biraz safça, erkekçe. Bu yapıdaki şiirlerin edebiyatımızda başarılı temsilcileri, başarılı örnekleri var.
Kapalı şiir ise hayli tanımlanmak ister. Kendi başımıza şöylece toparlarsak, özünü kolay kolay vermeyen, kenardan dolaşan, çapraşık, dili düzenbaz bir şiir hemen hemen. Şairin birtakım duyguları, düşünceleri vardır, söyleyecektir. Dümdüz demez, birtakım resimler çizer, çoğu zaman şiirin bütününe giremeyen birtakım düşlenmeler sokuşturur, bir şiir söyler. Okursunuz, ya anlarsınız ya anlamazsınız, ya da uzak yakın bir şeyler sezersiniz. Sanırım kapalı şiir kısaca bu.
Hangisi iyidir, hangisi kötüdür, bilmiyorum. Öyle sanıyorum ki bu bir ifade meselesidir. Öyle duygularınız düşünceleriniz vardır ancak dobra dobra söylerseniz güzel olur. Öyleleri de olur ki, kulağınızı arkadan göstermek zorunda kalırsınız. Ne istediğinizi bildiğiniz zaman söyledikleriniz kolay anlaşılır, istediğinizi bilemiyorsanız sözleriniz bir bilmece havası taşır. Söylemek istediğini bilmeyen şiir yazmamak denebilir. Ama insanoğlu birtakım karanlık, aslına varamadığı şeyler de duyabilir. Sonra bu meselenin en son akla gelen yönü idi. Bununla beraber sonunda, şairin yaptığı her iki hâlde de aynı kapıya çıkar. Söylenen sözlerin aslında bir değeri varsa, uydurma değilse, anlaşılmasa bile o söz kendini sezdirir. Böyle şiirler için ancak saygı duyarsınız.
Hem ben öyle sanıyorum ki, kapalı dediğimiz bu şiirlerle şiirimize yeni yeni özler geliyor. İyice dikkatli, sevmek isteyerek okursanız onlarda kıpırdanan bir kalabalığı yahut kişioğlunu bulabilirsiniz. Bunların düpedüz söylenmesinin imkânsızlığı genç şairlerimizi ister istemez kapanık şiire zorluyor belki de. Öyle düşünüyorum ki her yeni öz kendi biçimini beraber getirir. Hatta her şiir diyebiliriz. Bir şiir varsa kendi biçimi ile vardır. Açık yahut kapalı biçimi ile vardır. Şiir o biçimle yazıldığı için şiirdir yani. Onu artık açık veya kapalı diye düşünmek, şiirin bazı gereklerini yadsımak olur.
Bütün bunlara son günlerde dilimize çevrilen bazı yabancı şair ve yazarların etkisini de katmak lazım herhalde.
Bir başka yönü daha var işin. Anlaşılan bizi dinlendirir, onda sevdiğimiz, bildiğimiz, alıştırdığımız şeyleri bulmak bizi huzura götürür. Yaradılışınız bir parça daha telaşlı ise sonunda bıkarsınız. Anlamak bıkmanın ilk adımıdır. İnsan anladığı şeyleri sevebilir, ama anladığı için onunla eğlenebilir de.
Oysa kapalı yazmak başka türlü. Tanrısal kitapların yüzyıllardır böyle baş üstünde tutulmaları sanırım biraz da bu yüzdendir. Öyle düşünüyorum ki, Kur’an Arapça konuşulmayan ülkelerde, Arapça konuşulan ülkelerden biraz daha fazla saygı görür. İncil de öyle. Her ülkede Latince okunması ne yüzdendir belliyorsunuz. İnsan anlamadığı şeylerden korkar. Eğer anlayamadığı o şeyler içinde bir öz, bir değer sezinliyorsa korkusu saygıya çevrilir.
Kapanan ayıbını örtüyor derler, doğrudur. Ama eğer açılanın bir ayıbı varsa bir düşünün.
Şairler Yaprağı, Sayı 19, Ocak 1956
Yorumlar
Yorum Gönder