Dünya Müslümanlarını Vatansız Bırakmak İstiyorlar (Gerçek Hayat - 12.11.2004)

Cumhurbaşkanı, hükümet, Genelkurmay ve medyanın iştirak ettiği azınlık, etnik ve kültürel farklılıklar, “Türkiyelilik”... tartışmalarını yıllardır Türklüğe vurgu yapan İSMET ÖZEL ile konuştuk. Özel, “İstiklal Harbi dünya Müslümanlarının istiklal harbidir, dolayısıyla Türkiye dünya Müslümanlarının vatanıdır” diyor ve ekliyor: "Dünya Müslümanlarını vatansız bırakmak istiyorlar!"  AB Komisyonu’nun hazırladığı Türkiye İlerleme Raporu’ndan sonra azınlıklar meselesi tartışılmıştı. Derken, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu dolayısıyla ortalık hareketlendi. Cumhurbaşkanı Sezer, başörtülüleri yaklaştırmadığı 29 Ekim resepsiyonunda Lozan’daki azınlık ilkesine dikkat çekti. Yani Türkiye’de yalnızca gayri-Müslimler azınlık sayılabilir demiş oldu. Genelkurmay Başkanı Özkök ise, hazırlayanlar arasında Baskın Oran’ın da Azınlık Hakları raporunda önerilen “Türkiyelilik” tabirinin benimsenebileceğini ifade etti. Kimi çevreler, “20 milyon Kürt, 20 milyon Alevi, 1 milyon Boşnak, bol miktarda Laz, Çerkez, Gürcü, Pomak... epeyce de Yahudi ve Hıristiyan varsa bu ülkede, Türkler zaten azınlıkta demektir!” diyerek tepki gösterdi... Velhasıl kimin Türk, kimin azınlık olduğu tartışılıyor. Hatta, Baskın Oran Türkiyelilik yerine Türklük iddiasında bulunmanın bölücü bir tutum olacağını söyledi. Yıllardır, Türklüğe vurgu yapan; Türk’ün, kafire karşı duran Müslüman olduğunu söyleyen ve herkesi Türk olmaya çağıran İsmet Özel ile bütün bu meseleleri konuştuk. Özel, yine çarpıcı, tartışmalara yol açacak sözler sarfetti...
Murat MENTEŞ, Gerçek Hayat, (212 SAYI) 12 Kasım 2004
2003’ün Ağustos ayında periyodik yayınlarda yazmayı bırakmazdan önce, yaklaşık 5 yıl boyunca, Türklüğe vurgu yapan yazılar kaleme aldınız. Şimdi, devletin en üst katları da dâhil, azınlık tartışmaları ekseninde Türklük olgusu gündeme oturdu. İsmet Özel tam da bugünleri görmüş müydü?
Kâhinlik iddiasında değilim. “Her şeyi önceden görürüm” demiyorum. Kim olduğumuza ve Türkiye’ye ne gözle baktığımıza ilişkin bir husus bu. Başından beri, bu toprakların vatan vasfını sağlama almaktan, Türklüğün anlamını kavrayıp sahiplenmekten, millet olmaktan söz ediyorum. Bu yaklaşımın manası da maksadı da gayet açık.
Fakat siz “Türk olalım” derken “Bu da nereden çıktı?” türünden tepkiler yükselmişti. Şu günlerde ise “Türklüğü bir kenara bırakıp Türkiyeli olalım” deniliyor.
Türkiyelilik ve azınlık kelimelerinin sıkça geçtiği bütün bu tartışmalar, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi müzakereye müsait bir ülke olarak görmesini sağlamak üzere yapılıyor. Yoksa hiç kimsenin gerçek düşüncelerini, gerçek beklentilerini, gerçek yönelimlerini gündeme getirdiği falan yok. Buna resmî makamlar da dahil, laf üreten birtakım tipler de.
Türk yerine Türkiyeli denmesinin anlamı sizce nedir?
Türk yerine Türkiyeli üst kimliğinin seçilmesi zırvasının üzerinde durmak lâzım: Bir kere “Türkiyeli” tabiri çelişkilidir.
Neden?
Çünkü Türkiye diye bir yerin olabilmesi için Türk’e ihtiyaç var. Yaşadığım, egemen olduğum topraklara ben Türk’sem Türkiye denir. “Ben Türkiyeliyim, ama Türk değilim.” Bunu ancak gayri-Müslimler söyleyebilir. Müslümanların “Türkiyeliyim” demeleri saçma. Bir Müslüman’ın “Türkiyeliyim” demesinin bu topraklarla kendisi arasına bir mesafe koymasından başka bir anlamı olamaz. Herkes “Türkiyeliyim” dediğinde Türkleri nereye koyacaksın? Yok eğer burada Türkler zaten marjinal bir unsur ise niye Türkiye lafını, Türkiyeli lafını kullanalım? “Türkiyeli” yerine pekala “Küçük Asyalı” da denilebilir. “Türkiyelilik”, Türk’ü Türkiye’den kovmaya, silmeye yönelik bir anlayışın, söylemin önerisi.
“Ağzında Geveleme, Türk Müsün, Gâvur Musun Çabuk Söyle” başlıklı bir yazı yazmıştınız. Şimdi “Ben Türkiyeliyim” diyenler...
Ağzında gevelemiş oluyorlar. Başından beri yaptıkları gibi yani.
Bundan sonra ne yapılabilir?
Bundan sonra atılacak adım, birtakım insanların Türk olmadıklarını beyan etmek. Bunun yanı sıra, Müslümanlığını vazgeçilmez sayan her etnik grubun Türk olarak adlandırılması gerekir. Yani adam Kürt, Boşnak, Laz, Çerkez... olup da Müslümanlığını vazgeçilmez sayıyorsa, buna biz Türk diyeceğiz.
Ya Türk denilmesini istemezse?
Kendisi bilir. Biz ona Türk demeye hiç meraklı değiliz. Kendisine Türk denilmesini istemeyene Türk demeyeceğiz.
“Ben Türk oğlu Türk’üm” diye haykıranlar da var?
Onları da Türk olmaya çağırıyoruz. Hem İslam’a düşmanlık göster, hem Türk ol, bu imkânsız. Şimdiye kadar Türkçü hareket içinde olan insanlar, Müslüman tavırlarıyla Türklüklerini ispat etmek zorundadırlar.
Bu bir hata mıydı, tuzak mı?
Türkiye’de Türklüğü Türkiyelilikle örtmeye çalışanlar aslında faka basmış durumda. Çünkü, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” derken, bunlar İslam’dan kopuk bir Türklük önerdiler. İslam’dan kopuk bir Türklük, netice itibarıyla ırkçı bir Türklüktür. Başka türlü olmaz. “Türkler varmış, bir dönemde Müslüman olmuşlar, tekrar o Müslüman olmadan önceki Türklere dönüyoruz” demekti bu. Şimdi, krizde olan “Atatürk milliyetçiliği” denilen şeydir... Türkler Müslüman olmadıkları halde gene Türk olabiliyorlarsa, buyursunlar olsunlar.
Sizin telakkinize göre Türk, kâfire karşı duran kişi. Sizin Türk’ünüz Türkiye’de yaşıyor mu? Yaşamakta mı?
1918 yılında, 1914 yılında başlayan savaş bitti... 1918’de siyasi ve askerî bir güç olarak İslam dünyadan silindi. İbrani-Hıristiyan medeniyet sildi. İstiklal Harbi, bu kararın geçersizliğini ilan eden bir savaştır. Yani, İslam siyasi ve askerî güç olarak ortadan kalkmamıştır. Bunu gösterdi İstiklal Harbi. Aksi takdirde bana İstiklal Marşı’nı nasıl açıklarsınız?
O halde, bir kişi, İstiklal Marşı’nı sansürlemeden okuduğu, benimsediği takdirde Türklüğüne bir kanıt mı getirmiş oluyor?
Bu doğal değil mi? Türkiye Cumhuriyeti’nde Türkiyelilikten söz edenler bana İstiklal Marşı’nın açıklasın! İstiklal Marşı niçin böyle? “O ezanlar ki şahadetleri dinin temeli / Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli” Bizim İstiklal Marşımız bu! Biz İstiklal Marşımızdan vaz mı geçeceğiz? İstiklal Harbi, İslam’ın dünyada söyleyecek sözünün tükenmediğini göstermek üzere yapılmıştır. Yoksa yapılmazdı. Ve İstiklal Marşı da bu marş olmazdı. Bu çok önemli bir şey... Cumhuriyetin ilanıyla beraber oynanan oyunları hakikat yerine koymayalım.
Hakikat sayılan oyunlar?..
1921 anayasasında devletin dini İslam, 1924 anayasasında devletin dini İslam; siz bana nasıl olur da Türkiye Cumhuriyeti’nin başka bir şeyle alakalı olduğunu söylersiniz? Bu büyük yalanı niye kabullenelim? Birtakım insanlar “Biz milleti kandırdık” diyemiyorlarsa, biz onlara söyleyelim: “Siz milleti kandırdınız.”
Bu durumda Türk olmak aynı zamanda kandırılmayı reddetmek anlamına geliyor, değil mi?
Tabii. Türk olmak bir tercihtir. Madem ki Lozan’da gayri-Müslimler azınlık statüsündedir, Lozan’da “gayri-Müslimler de Türk’tür” denilmiyor, geriye Türkler kalıyor, geriye Müslümanlar kalıyor. Yani “Türk = Müslüman” formülünü Lozan getirdi.
“Bu kadar net” mi diyorsunuz?
Daha da netleştireyim: 1918 İslam’ın sonu olarak görüldü, buna bir itiraz doğdu; birileri dedi ki “Hayır, İslam ölmedi.” Fakat, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla, hayatta kalması aynı şartlara bağlı değil. Kurulmasını İslam’a, ayakta kalmasını İslam’dan kopmasına borçlu. Aslında hiç garip değil, çünkü İbrani – Hıristiyan medeniyet diyor ki “Tamam yok olmamayı sağladın, ama devam etmeyi ancak benim iznime bağlı olarak gerçekleştirebilirsin.”
Dolayısıyla?
Cumhuriyet ilan edildikten sonra farklı bir yön tutturuluyor. 1928’de, Cumhuriyet’in ilanından 5 sene sonra, anayasadan devletin dininin İslam olduğu ibaresi çıkıyor. Aynı yıl harf inkılâbı yapılıyor. İslam anayasadan gidince, Latin harfleri de anayasaya geliyor. Bütün bunları konuşmakta zorlanıyoruz. Çünkü Cumhuriyet kurulduktan sonra hep günü kurtarmaktan başka bir işle uğraşmamış devlet yetkilileri. Taş üstüne taş koymak diye bir şey yok. Koymamakla ayakta kalabileceklerini düşünmüşler hep. Bu akıl almaz bir şey. Yani bu birikime sahip bir toplumun, 81 senede, harekete geçtiği yerden daha geride olasını izah etmek çok zor.
Siyasiler ve topluma söz söyleyenler dahil kimse Türk olmaya yanaşmadığı için mi bu hale gelindi?
Türkiye’nin çekilip çevrilmesi, Türkiye’de bir işin üstesinden gelinmesi söz konusu olduğu zaman, bunu yapacak olanın kim olduğunun tespit edilmesi lâzım. Kimlik meselesi budur. Yapılacak iş, Türkiye’nin hem kendisini daha iyi bir hayata kavuşturmak, hem de dünya milletleri arasında hesaba katılır bir yere sahip olmasını sağlamaktır. Kim yapacak bu işi? Böyle bir soru sorulmamış Türkiye’de. Onun için Türk’ün kim olduğu, kimin Türk olduğu konuları kaynayıp gitti.
Türk kaynayıp gittiği için Türkiye de somut, sağlam bir zemin, [sizin vurguladığınız kelimeyle söylersek] vatan olamadı... mı?
Bunu anlamak ve durumdan vazife çıkarabilmek, o vazifeyi ifa edebilmek için “Türkiye muvakkat bir devlet mi, yoksa muvazzaf bir devlet mi?” sorusunu cevaplamamız lâzım. Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında muvakkaten, o sırada dünya şartlarının gerektirdiği zorlamalar altında, ister istemez kabul edilmiş bir siyasi birim mi, yoksa Türkiye geleceği olan ve tarih içinde kendine bir iş yüklemiş, kendine bir pay biçmiş bir ülke mi? Mesele burada.

“HERKES TÜRKLEŞMELİ, ALEVİLER SÜNNİLEŞMELİ”

Yayınlanan insan hakları raporları ve verilen demeçlerle Aleviler ve Kürtlerin kimliği, farklılıkları, talepleri, hakları gündeme geldi. Sizin Türk tanımınız Kürtleri de kapsıyor muydu?
Tabii ki evet. Ben öteden beri diyorum ki, Türkiye’de bir sonuç elde edilecekse, Kürtler asimile edilecek, Aleviler Sünnileşecek. Bu konuda öyle dolaylı bir ifadeyle ya da başka bir yol aranarak bir yere varılması mümkün değil. Türkiye bir şey olacaksa, böyle olur.
Asimilasyondan kastınız nedir?
Asimilasyon denilince sizler, “erime”yi, yani bir etnik unsurun bir başka etnik unsur içinde erimesini, eritilmesini anlıyorsunuz. Hâlbuki asimilasyonun kelime manası “benzeme”dir.
Kürtler kime benzeyecek?
Bana. Bir Kürt bana benzemekten fütur ediyorsa yolu açık olsun. Çünkü, ben Müslümanlığıyla övünen, ırkî bir iddia gütmeyen, Türkiye’nin sosyal bakımdan sağlıklı olmasını savunan bir insanım. Eğer bir Kürt bana benzemeyi istemiyorsa, o zaman bazı kötü şeyler istiyor demektir.
Türkiye Cumhuriyeti bir asimilasyon politika yürüttü mü?
Hayır, Kürtlerin asimilasyonu Türkiye Cumhuriyeti’nin politikası değildir. Türkiye, Kürtleri asimile etmek istememiştir. Türkiye’de uzun yıllar boyunca “şark hizmeti” diye bir şey oldu. Türkiye’nin başka yerlerine değil, şarka, doğuya mahsus bir hizmette bulunuldu. Orası da Kürtlerin yaşadığı yerlerdir. Yani Türkiye Cumhuriyeti, Kürtleri asimile etmek istemedi ya da buna cesareti yoktu zaten.
AB tarafından desteklendikleri görülen Kürtler Müslümanlıklarına sahip çıkamazlar mı?
Asla. Zaten dünyada Kürtlerin Kürtlüklerini Hıristiyan veya Musevi olarak koruyabilecekleri bir süreç başlamış bulunuyor. Dolayısıyla, bilhassa Kürt kökenli Türklerin, Türkiye’de olumlu bir adım atılması konusunda daha titiz, daha gayretli olmaları gerekiyor.
Neden?
Çünkü, bugüne kadar Türkiye’de “Kürdüm” diyen insan “Arkamda gavurlar var” demiş oluyordu. Türkiye’de Kürt olmanın güvencesi gâvurlardan geliyordu. Yani Türkiye’de Kürt olmanın teminatını Türkler değil, gâvurlar veriyordu.
Tam anlamadım?
Bugün eğer Leyla Zana “Ben elbette Türk’üm, çünkü Müslüman’ım” diyebiliyorsa bu iş çok güzel hallolmuş demektir. Ama Türk - Kürt kardeşliğinden bahseden insanlar bu ülkenin siyasi manada haritadan silinmesinin ilk adımını atmış olurlar.
Neden?
Çünkü Kürtlerle Türkler kardeş olmaz.
Ne olurlar?
Bilemem. Fakat kardeşlik, ortak payda İslam olduğu zaman doğan bir imkândır. Kürtler, kendilerine gâvurların yanında bir güvence ya da avantaj aramıyorlarsa, Türklüklerini izhar etmekten, ilan etmekten neden geri dursunlar?
Söylediklerinizden anlaşılıyor ki, Kürtlerin Türklüğü tercih etmemeleri, onlara kimsenin Türklüğü teklif etmemesinden de kaynaklanıyor olabilir?
Evet... Kürt meselesi, sayıca belki Türkiye’de en kabarık etnik unsur olduğu için sıkça söze konu ediliyor. Oysa Çerkez, Abaza, Arnavut, Boşnak... bunlar da aynı derecede asimile olmak durumunda. Yani Türkiye’de eğer bir insan tipi öneriyorsak, o insan tipine benzemek, onu örnek almak zorunda.
Sizin Türk’e yüklediğiniz anlam bir etnik unsura tekabül etmiyor. Yani Kürtlerin ya da Çerkezlerin asimilasyonundan söz ederken aslında toplumun Türkleşmesinden, ülkesini sahiplenmesinden, giderek bu toprakları vatan kılan etkene bağlılık gösterilmesinden söz ediyorsunuz.
Elbette Türk bir insan tipi. Ve bu insan tipi de Müslüman. Lozan’da madem azınlık olarak yalnızca gayri-Müslimler zikredilmiş, bu toprakları sahiplenecek, işleyecek insan tipi olarak Türk’ün öne çıkmasını, vazifesini yerine getirmesini istiyoruz. Son tartışmalarda kısık sesle söylüyorlar: Lozan’da Kürtlerin azınlık sayılamayacağını, çünkü Müslüman olduklarını söyleyen ve kabul ettiren kişi Rıza Nur’dur. Mustafa Kemal ya da İsmet İnönü değil. Türkiye’deki azınlıkların yalnızca gayri- Müslimler oldukları belirtilmiş. Dahası, gayri-Müslimler arasında da bir ayrım yapılmıyor. Yani Süryani de azınlık, Yahudi de, Rum da.
Alevilerin Sünnileşmesini teklif ediyorsunuz. Bu çok büyük bir iddia değil mi?
Hiç de değil. Çocuklaşmayalım. Biz insanlar olarak çok büyük yalanları, çok büyük sahtekârlıkları yutuyoruz, yuttuğumuzun farkında olmadığımız için de o sahtekârlıklar bize gerçekmiş gibi geliyor.
Alevilik bu topraklara sinmiş bir şey değil mi?
Gerçek şu ki, Türkler zaten bu topluma, bu topraklara pek de Sünni olarak gelmemişlerdir. Yani tam Alevi olmasalar da heterodoksturlar. Zaten Türklerin İran üzerinden Müslümanlaşmaları, Şiiliğe yatkınlıklarını da beraberinde getirir. Dilimizdeki dinî tabirlerin ekseriyeti Farsça’dır. Türkiye’de Aleviliğin iki kaynağı var: Birincisi, bu gelen heterodoks unsurların bir kısmı heterodoks kalmıştır. Gidin bugün Toroslar’a bakın, yukarıda, dağlık bölgede yaşayanlar Alevi’dir; Mersin’e, Adana’ya yerleşmiş olanlar Sünni’dir. Aynı aşiret, aynı boy. Akrabaların yukarıda kalanları Alevi, şehirdekiler Sünni. Çünkü, Sünnilik, Yıldırım Beyazıt’tan beri esas unsur olmanın bir alametidir. Yani kenarda kalmamanın. Devletin belirlediği yapının esas taşı olmanın bir işaretidir Sünnilik. Alevilik aslında doğrudan doğruya bir kalıntı, bir ilkelliktir. Henüz Sünni olamadığı için Alevi. İkinci kaynak da şu: Bu topraklarda çağlardan beri bir Rafızî gelenek var. Bazı bölgeler, merkezî kültürün zıddı olmayı bir yaşama biçimi olarak seçmişler. Bir üçüncü kaynak da Haçlı kalıntılarıdır. Haçlı Seferleri sırasında Avrupa’ya dönmek istemeyenler, buraya zaten Müslümanları tepelemeye geldikleri için Sünni olamadılar; aykırı bir pozisyonda kalmak için Aleviliği benimsediler. Yani Müslümanlar arasında Müslüman kabul edilip ama gene de Müslümanlara kaynaşmamayı sağlamak üzere Aleviliği seçtiler. Bunlar daha çok Suriye civarındadır. Niyazi Berkes bunları yazdı.

“TÜRKİYE KIYAMETE KADAR AB’YE GİRMEYECEK”
AB üyeliği ile beraber gelecek olan bir eşitlik, tatlılık, neşe, refahtan söz ediliyor...
Madde 1: Türkiye kıyamete kadar Avrupa Birliği’ne girmeyecek. Bunu AB’nin en ateşli savunucuları bile biliyor. Türkiye AB’ye asla, kıyamet kopsa dahi girmeyecek. Yani kıyametten sonra da giremez.
Türkiye onların istediği şekli alsa da mı üyeliğimizi kabul etmezler?
O zaman Türkiye diye bir şey kalmıyor zaten. Yunanistan... [İsmet Özel, kâğıda İstanbul Boğazı’nın Batısını da içine alan bir Yunanistan haritası çiziyor.] Yani Türkiye girmeyecek Avrupa Birliği’ne, Yunanistan da zaten Avrupa Birliği’nin içinde.
Neler söylüyorsunuz?!
Bu sonuca ulaşabilecekler mi, akıbet muhakkak böyle mi olur, bilmiyorum. Ama Türkiye kıyamete kadar, kıyamet koptuktan sonra da AB’ye girmeyecek. Girmesine imkân yok.
AB kapısındaki Türkiye’yi gösteren karikatürlerde Türkler hâlâ fesli çiziliyor...
Bosna Savaşı sırasında da Sırplar Müslümanları öldürmeden önce başlarına fes giydiriyorlarmış. Türk öldürüyorlar yani.
Peki bütün bu olup bitenler, buluşmalar, görüşmeler, demeçler, tarih almalar, anayasa imzalamalar ne oluyor?
Esasında, Türkiye’nin AB’ye girmesini falan isteyen de yok. Ne AKP, ne de bir başkası.
Öyleyse nedir mesele?
Bunu anlamıyor insanlar: Eğer Türkiye görüşme tarihi alabilirse, yani Avrupa Birliği “Sizin AB’ye girmeniz konusunda filanca tarihte görüşebiliriz” gibi bir söz verirse, bu, Türkiye kendisiyle bir konu görüşebilecek bir ülkedir, anlamına gelecek. Schröder, Amerikan baskıları sonunda Recep Tayyip Erdoğan’la görüştü. Ama daha önce Schröder, R. Tayyip Erdoğan Almanya’ya gitmesine rağmen onunla görüşmemişti.
O halde Amerika’nın Türkiye’yi muhatap hatta müttefik kabul etmesini nasıl açıklıyorsunuz?
Amerika burayı kendi himayesinde, kontrolünde bir toprak olarak gördüğü için, ona göre hareket ediyor.
AB’den müzakere tarihi alınırsa ne olacak?
Muazzam[!] bir iş yapılmış olacak. Yani Türkiye artık şöyle veya böyle varlığını koruyan bir ülke olacak.
Türkiye’ye biraz haksızlık etmiyor musunuz? 80 yıldır Batı tarafından muhatap kabul edildik.
Kısmen. İngiltere, Türkiye’yi, hilafet kaldırıldıktan sonra tanıdı.
Ayağımıza düştükleri de oldu...
Ne? Hah hah ha! İngiltere geldi, Trakya’da istihkâm kurdu, II. Dünya Savaşı sırasında. Sana sormadı bile. Almanlara karşı siper kazdı ve Türkiye’nin fikrini almadı.
Peki, AB’ye kıyamete kadar üye olamayacaksak, tek çare Türk olmak ve burayı Türkiye kılmak mı?
Bu saatten sonra bir şey yapılabilmesi , Türk’ün ne olduğunun üzerinde anlaşılmasıyla mümkün olabilir. Bir kere bu alt kimlik, üst kimlik bahsinin bir safsata olduğu ortada. Türk ne bir üst kimliktir, ne bir alt kimliktir. Türk, tarihsel bir rol dolayısıyla doğmuş bir isimdir.
Türk’ün tarihsel rolü ne?
İslam davası gütmek. İslam davası güdenler varsa, onlar Türk’tür. Tarihsel, biricik rolümüz, işimiz bu bizim. Bunu net olarak kabul edelim. İslam davasının ortadan kalkması Türklüğün sonudur. Bizim sonumuz.

“TÜRKİYE, VATAN İSE KURTULUR”

Türkiye’nin varlığını Türk’ün ortaya çıkmasına bağlıyorsunuz. Bu tezinize entelektüellerimiz nasıl bakıyor?
Türkiye’de entelektüel mi var? Olduğu varsayılıyor. Bunların vardıkları son nokta, Baskın Oran’ın vardığı noktadır. Bu insanların tamamı, Baskın Oran’ın seviyesinde donmuş vaziyette.
Nedir bu seviye?
“Türkiye’de ne kadar iyi şey yapıldıysa, hepsi, Batı’nın dayatmaları sonunda yapıldı. Türkiye, bu yüzden, Batı’nın telkinlerine kulak vermekle, kendi lehine bir şey yapar” noktası, bugün, entelektüel adını taşıyan insanların hepsinin müşterek noktasıdır.
Bu anlamda, Türkiye’de yapılan iyi şeyler... tam olarak kim için iyi?
“Batı’nın bize telkin ettiği şeyler hep iyi şeylerdir” diyen zümre, modern dünyanın oluşumunda, İslam’ın, Türklüğün nasıl bir yeri olduğunu ve bu yerin nasıl değerlendirilebileceği hususunu hiçbir zaman göz önüne almadı, almıyor. “Türkiye, dünyadaki işleyişe dönüştürücü bir etkide bulunabilir” fikrini Türkiye’den kovdular. Onun yerine dünya sisteminin tartışılmazlığı, sarsılmazlığı kabulünü yerleştirdiler. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in kurulduğu günden beri düşünüldüğü gibi, Türkiye’nin mevcut sahnede bir yere ilişmesi ve sadece kendisine biçilen rolü oynaması önem kazandı. Avrupa Birliği’ne üye olma çabası da bu sığıntılık, ikinci sınıf olma hevesinin uzantısıdır. Geldiğimiz aşamada da Türk olmaktan kaçınılıyor.
Nasıl yani?
Şu anda bunların profesörü de, amelesi de hepsi, “Türkiye AB tarafından yönetildiği takdirde şüphesiz ki şimdikinden daha iyi olur” diye düşünüyor! Bütün problem ne biliyor musun? Maaşlar verilecek mi, tapular geçerliliğini koruyacak mı? İhanet bu memlekette birkaç kişiye mahsus bir şey değil. Millet ihaneti bir çözüm olarak benimsemiş, içselleştirmiş görünüyor.
Türk olmaktan kaçınanlar, Türkiye’ye karşı sorumluluklarından da kaçmış mı oluyorlar?
Aynen öyle. “Türkiye niçin vatan?” diye sordum ben. Bu soruya, “Türkiye dâr’ül-İslam olduğu için vatandır” cevabını veriyorum. Başkaları da bu cevaba katılıyorlar mı?.. Türkiye eğer bir vatan vasfı taşıyorsa, dâr’ül-İslam olması sebebiyle taşıyor. Türkiye, Türkler tarafından Türkiye haline getirilmediği zaman henüz vatan değildi. Eğer Türkiye dâr’ül-İslam olduğu için vatan ise ve 1918’den sonra İslam’ın bir kurtarılmış bölgesi olarak şahsiyet sahibi olduğu kabul ediliyorsa, buradan bir çıkış sağlamak hiç zor bir şey değildir.
Türkiye’nin bugüne dek sahiplenilmediğini söylemeniz...
Mesela yıllarca kalkınma sözü edilip de Türkiye’nin kalkınamamış olmasının sebebi iktisadi değil, ideolojiktir. Türkiye neden kalkınamadı? Çünkü kimin kalkınması olacaktı bu? Türkiye’de hangi zümre “Bu iş buradan buraya götürülecek” diye bir iddiada bulunmuş, gayret sarfetmiş? Türkiye 81 senedir hangi hedefi önüne koymuş da çabalamış ama gerçekleştirememiş? Yok böyle bir şey. Yani Türkiye sanayileşmek istedi, fakat başaramadı diye bir şey yok. Türkiye, sanayileşme projesini hiçbir zaman gündeme koymadı. Cumhuriyet’in ilk kadroları verem savaşla, sıtma savaşla övünüyorlar. Hepsi bu. Bir başka hedef koymuş mu Türkiye? Yok.
Okuma yazma seferberlikleri var. Herkese okuma yazma öğretildi.
Hani? “Yımırta” yazıyorlar hâlâ! Latin harfleriyle okuma yazma, Osmanlıca okunup yazıldığı dönemdekine kıyasla daha kötü durumda. Okuma yazma bildiği söylenen insanlar okumuyor, okuyamıyor ve yazamıyorlar. Hiçbirimiz “f” harfinin nasıl yazıldığını bilmiyoruz! [İsmet Özel kağıda bir ‘f’ yazıyor ve f’nin baş kısmının yukarıda olması gerektiğini gösteriyor...] Bu konuda bile karara varılmış değil.
Türklüğe vurgu yaptığınız yazılar epey tepki toplamıştı. O yazılardan birine “Türkleşmek Ya Da Amerikanlaşmak, Üçüncü Bir Yol Yok” başlığını atmıştınız. Şimdi Amerikanlaşmanın ya da Türkleşmenin hangi aşamasındayız?
Bunu herkese teker teker sormak lâzım... Türkiye’de Türkleşmek yolunda herhangi bir eğilim ya da yaklaşım görmüyorum. Ama ben kendim Türklüğümden vazgeçmedim. Vazgeçmeyen insanlar var mı, neredeler, ne yapıyorlar bilmiyorum. Fakat Amerikanlaşmak, işte bu azınlık tartışmaları, Türkiyelilik üst kimliği ile ilerliyor, yayılıyor, hız kazanıyor.
Siyasilerle, aydınlar arasında, Türklüğü dışlamaya dayalı menfi bir ittifak mı var?
Bakmak gerek. İşte, Baskın Oran, Türklüğü bir bölücülük alameti sayıyor. Ona göre, Türklüğü öne çıkarmayacaksın, Türkiyelilik diyeceksin. Recep Tayyip Erdoğan da aynı çizgide.
Bu gidişten Müslümanlar nasıl etkilenecek sizce?
Müslümanlar etkilenecek mi? Mesela, Büyük Ortadoğu Projesi’ni savunan Ahmet Davutoğlu nasıl etkilenecek?... Bütün bu düzenlemeler, Türkiye’nin Türklerden koparılmasına, anlamını, potansiyelini kaybetmesine yönelik.
Türkiye’nin bölüneceğine dair söylentiler, azınlık tartışmaları ile ortaya çıkan tablo, toplumda hiç kimseyi harekete geçirmiyor. Bunda “Müslüman için her yer vatandır, Türkiye olsa da olmasa da biz Müslümanlığımızı yaşarız” gibi bir anlayışın da payı var...
Bravo onlara, yaşasınlar... Her yer nereden vatanın oluyor? Müslümanlar niye Mekke’yi fethettiler? Medine’de rahat rahat yaşıyorlardı, ne vardı yani? Vatan demek, İslam ahkâmının hâkim olduğu yer demek.
Müslümanlar vatan iddiası, millet davası gütmedikleri takdirde Türkiye’de kendilerine yer bulamazlar diyorsunuz...
Nasıl bulsunlar? Vatan iddiandan, millet vasfı kazanmaktan vazgeçmenin ikinci aşaması, insanların dinlerini değiştirmesi olacaktır. “Vatanından vazgeçtin, dininden de vazgeç” diyecekler. Endülüs’te insanların Müslüman kalmalarına müsaade ettiler mi? “Tamam, biz duruma hakimiz, siz de burada paşa paşa yaşayın” dediler mi? Demediler, sana bana da demeyecekler.

“KARAMSARIM, AMA UMUTSUZ DEĞİLİM”


Milleti de ihanet çemberinin içinde görmeniz büyük bir karamsarlık değil mi?
Başörtüsünü savunamayan insanlar neyi savunacak? Başını örten insanlar, başörtüsünü savunmuyorlar, dolayısıyla sen kimle ne yapacaksın? Bir kere başlarını sımsıkı, bone gibi örtüyorlar. Maliye bakanının ailesini düşünürsen hele...
O zaman siz Türklüğü niye dert ediyorsunuz?
Bu dinî bir mecburiyet. “Kıyametin koptuğunu görsen bile” diyor Resulullah, “elindeki fidanı dikeceksin.” Onun için biz diyoruz ki “Bu millet hak yolu tutturmalıdır.” Tutturmuyorsa tutturmuyor. N’apayım ama doğru olan bu. Türklük, Müslümanlıktan ayrılmaz; kâfirle çatışmayı göze alan Müslüman’a Türk denir. Bu anlamda AKP Türk değil. Kâfirle çatışmayı göze almayan Müslüman, Türk olamaz. Çünkü Türk, tarih sahnesine kâfirle çatışarak çıkmıştır. Daha önce Türk yoktu. Daha önce Török diye bir şey vardı. Yani Orhun Yazıtları’nda geçen, ‘töreye uyan’ anlamında Török.
Durum bu kadar kötüyse, sizin bunları dile getirmenizin bir anlamı olmalı.
Buranın vatanlaşmasına en büyük etkiyi yapan ehl-i fütüvvet çok örtük bir şekilde mutlaka bu topraklarda yaşıyor. Ama olmadı. Devlet bir tedbir alıyor. Yani birisi düzgün bir şey söyleyecek ve benim hesabımı görecek diye korkuyor. Bu, I. Murat’ın Haıc Bayram Veli’den olan korkusudur.
Dünya sistemi nasıl bir tedbir alıyor?
Dünya sistemi kendisine karşı harekete geçirecek olanları ezmiyor ya da öldürmüyor. Tam tersine besliyor. Onlar da besili halleriyle hiçbir numara yapamıyorlar. Mesele bu. Yani sistemin besiye çekmesine hayır demediğin sürece hiçbir sonuç elde edemezsin. “Ben şahsiyetimi korumak için daha dar imkanlarla yaşamayı göze alıyorum” diyen insanlarla karşılaşamıyoruz.
Siz, Türkiye’de İslami bir mücadele olmadı diyorsunuz. Bu yapıldı da milletten karşılık mı alınamadı? İnsanlara “Haydi yola çıkıyoruz...” denmemiş ki?
Tam tersine, ben 18 Nisan 1977 gününden beri bu senin olmamış dediğin şeyi yapıyorum. Bunu bugün de söylüyorum. Ama bir işe yaramıyor. Ben, Türkiye’de, Türkiye’nin çıkış yolunu işaret eden bir iş yapıyorum. Hâlâ yapıyorum işte.
Fakat karamsarsınız... mı?
Ben her zaman karamsarım diyorum ve karamsarlığı savunuyorum. Çünkü karamsarlık ahlaklılıktır. İyimserler ahlaksız insanlardır.
Umutsuzluğunuz...
Umutsuzluk haramdır. Ben, bir yerlerde mutlaka ehl-i fütüvvet olsa gerek diyorum.
 “Karamsarım fakat umutluyum” mu diyorsunuz?
Umutluyum demeyeyim, umutsuz değilim. Allah’tan ümit kesmek küfürdür, Allah’ın affından, ihsanından emin olmak da küfürdür.
Bir yazınızda karamsar olduğunuzu ifade etmiş, fakat kötümser de olmadığınızı belirtmiştiniz.
İkisi farklı şeyler zaten. Kötümserlikte kötülük var. Bir de kötümserlik bir bakıma kötülüğü istemek anlamına geliyor. Kötümsemek sadece kötülemek ya da kötüyü beklemek değil, aynı zamanda kötüleştirmektir.
Siz hep iddialı bir tavır içinde...
İddia sahibi olmak, bir kişiye mahsus olduğu zaman olumsuz bir şeydir. Ama kardeşlerin adına bir iddia sahibi olduğun zaman, bunun adına ‘dava’ denir. Ve İslam davası, Kuran-ı Kerim’in nazil olması dolayısıyla değil, Mekke’den Medine’ye Hicret dolayısıyla başlamış bir davadır. Türkiye de bunun en birebir uzantısıdır. Türkiye’nin Türkiye olması, bir İslam diyarı olması sebebiyledir. Başka bir açıklaması yok bunun. Eğer Türkiye’ye Frederick Barbarosa Türkiye dediyse, orada Müslümanlar yaşadığı için söyledi; eğer Venedikliler buraya Turkija dedilerse aynı sebepten ötürü. Yani Türk denilince Müslüman’ın anlaşılmaması Türk kavramını tahrip eder.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
O kadar çok ki.

Yorumlar