Hüseyin AKIN
Şairler dalgın insanlardır; bazen yerin, bazen de göğün derinliklerine dalıp giderler.
Şairin istikbali hem göklerde hem de köklerdedir. Şiir kimi zaman bu yerle gök arasında salınan bir boşluktur. Rahmetin (şiir rahmetinin) şaire nereden yağacağı hiç belli olmaz.
Kimi zaman (Yunus gibi) ona rahmet yerden yağar. Zira o içten içe ve içten dışa kaynayan bir şeydir. İnsan kendi dışındakilere çarptığı zaman ‘Sudur’, dış dünya insana sirayet ettiğinde ise ‘Nüzul’ hasıl olur. Başka bir deyişle, insandan sadır olana ‘Sudur’, insana sadır olana ‘Nüzul’ denir. Şairin iç dünyasında tebellür eden hissiyata (şairin feryat ve figanına) gök yetişir ve rahmet bir ilham sağanağıyla beraber gelir.
Şiir dikkatten ziyade bir rikkat işidir. Dikkat daha çok insanın verili dünya ile ilişkisini sağlam bir zemine oturtmaya yarar. Dalgınlıkları, dünyaya şaşkın ve esrik bakışı hiçbir zaman affetmez. Dikkat dünyayı gözden kaçırana bedel ödetir. Oysa şiir insanın dünyaya dikkatinin dağıldığı yerde varlığını hissettirir. Bu yüzden şair her zaman bedel ödemeyi göze alan adamdır. Dalgınlık, dikkatsizlik ve esrime insanı dünyaya ilk geldiği ana geri döndürür. Hayret duygusu bir zamanlar sahip olduğumuz bir şeye yeniden kavuşmuş olmanın verdiği heyecanın adıdır.
Şiirin saati de hayretin saati gibi hep geriye doğru işler. Hayatın bir adım daha atmazdan önce kalakaldığımız eşiğine oturur şiir. Hayret makamı da denilen bu eşik insana yeryüzüne yeni ayak basmış insan hüznünü yaşatır. Her bakışta gördüğü şeyi ilk kez görüyormuş şaşkınlığı yaşayan insan bidayette diğer varlıklardan farklı ve ayrıcalıklı olan yanlarını konuşturur. İnsana verilen bu imtiyaz yeryüzünde varlık sahnesinde yer alan eşyanın (şeylerin) isimlerini söyleyebilmesidir. İnsan bidayette sahip olduğu bu kabiliyetini kaybettiği sürece eşya ile arasındaki süje-obje ilişkisini kavrayamaz, özne olma bilincini yitirip nesneleşir.
Eşyanın ismini söyleyebilme yeteneği; olaylar, olgular ve görünürler dünyasının künhüne inmektir. Eşyanın gerçek ismi hakikate işaret eden ilk var edildiği andaki anlamına matuf olan aşkın tarafıdır ki insan bu cephesini verili dil içerisinde kaybetmiştir. Hikmet, marifet ve hakikatin karanlığa terk edilmesi ile şiirin dil altına hapsedilmesi aynı müşterek zamanı ve ortak talihi paylaşmaktadır. Ne zaman hakikatle insanın arası açılmıştır; insanın dili ile bağdaşım sorunu başlamış, şiirle insan arasında reddi miras kavgasının fitili ateşlenmiştir. Şimdi dünyanın boşluğuna uzun bir ip gibi sarkıttığımız dikkatimizi toparlamakla meşgulüz. Elindeki ipin kendine yakın olan ucunu nereye bağlayacağını bilmeyen bir çocuğun boşluğa bakan gözleridir dikkat. O çocuk göğün yere dair fısıltısını duyup bakışlarını yere düşürdüğünde başlar şiir. Çünkü dalgınlık buğusu gözlere yürümüş, rahmet gökten yere inmiştir. İnsanın dalıp gittiği yer ilk Âdem (insan) oluşunda sahip olduğu dile beşiklik eden yerdir. Bu dil hem amak ve afakı, hem de seması olan, dalları yukarıda bir dildir. Modern insanın şiirle yeniden buluşması da böyle bir dalgınlıkla gerçekleşecektir. “İnsan hangi dünyaya kulak kesilmişse diğerine sağırdır” diyen şairi (İ. Özel) iyi anlamanın tam sırası. Temayüllerin duyu organlarını hâkimiyeti altına alması sonucu oluşan iktidardır bu sözün bizi teyakkuza çağırdığı nokta. Alıştığımız bir zulme işaret etmek, acının da bir dili olduğundan bizi haberdar etmektir.
Yaşadığımız dünyada camit ve hudayinabit ne varsa her bir şey dalgındır. Bir zamanlar eşyanın ve parçalanmış olan şeylerin saldırısından korunmak için bir saçak altı aradığımda söylediğim gibi: “Taş ağır bir uykudur.” Dikkate almadığımız ya da dikkate değer bulmadığımız şeyleri imge dünyasında ve dizelerde kullanırız. Dikkatinize sunulmuş şeyler aynı zamanda dünya tezgâhında vitrine sunulan şeylerdir. Her birinin adları, markaları ve fiyatları vardır. Şiire yatkın tarafları reklama tahvil edilmiştir. Eşyanın sukutunu kaybedip dalgınlıklarının pazarlandığı yerde sayılar; insanın dikkatini toparlama sorunu yaşadığı yerde ise sayıklamalar kendini gösterir. Sayıklama şiirsel dalgınlığa doğru giden en kısa yoldur. İnsan yalnızca kendine odaklandığı zaman kendindedir. Sayıklamak içimizdeki karanlıkta kaybettiğimiz kelimeyi aramaya yönelik bir kıvranıştır. Saymaktaki durum sayıklamanın tam zıddıdır. Eşyayı, nesneyi, insanı ve değerleri sayıya döken kişi bu sayısal cümbüş karşısında kendinden geçip saydığı şeyle aynileşip nesneleşir. Dünyanın zihinsel dökümünü yapmış, ama bir türlü kafadan kalbe yükselememiş insanların dalgınlıkları yoktur; çünkü düşünceleri yoktur.
Dalgınlık tam da böyle bir yol ortasında cereyan eder. Dalgın kişi düşünceye doğru giderken yol ortasında uyuya kalmıştır. Yol ehlinin nezdinde kimliği tespit edilememiş, eşkali belirsiz biridir. Herkes onun için diline en kolay gelen şeyi söylemektedir. Kimine göre mecnun, kimine göre meczuptur.
Yolun gerçek oğlu olanlar yani dalgınlığın hak sahipleri hiç anlamakta zorlanmamışlardır ondaki biraz firari ve çokça sürgün hâli. Dalgınlığını hayra yormuşlardır; şiire ve şairliğe.
Belki de bu bir anlık dalgınlıktır, dünyanın göklere sığmayan gürültüsünü sessizliğe ve kelimelerin içten içe inleyen sessizliğini şiire dönüştüren. Kim bilir aşk bir anlık dalgınlıktır; beklemek, özlemek ve ağlamak da öyle.
Yorumlar
Yorum Gönder