Dücane CÜNDİOĞLU
Sanatın varlık nedeni tahayyül. Çünkü insan hayal edebildiği için sanat var. Ne garip değil mi, akledebildiği için değil. Tıpkı gerçeklik gibi, aklın da sınırları var. Bilimin de. Oysa tahayyülün sınırları yok. İster istemez sanatın da.
Sanatın varlık nedeni tahayyül. Çünkü insan hayal edebildiği için sanat var. Ne garip değil mi, akledebildiği için değil. Tıpkı gerçeklik gibi, aklın da sınırları var. Bilimin de. Oysa tahayyülün sınırları yok. İster istemez sanatın da.
Sınırlarının olmaması elbette sorumsuzluğundan,
keyfiliğinden, naifliğinden değil, bilakis ciddiyetinden, adanmışlığından,
göklere doğru düşünmek suretiyle değil hissetmek suretiyle kanatlanmasından.
Descartes’ın düşlerini aktarırken, “Muhayyile, bilgeliğin tohumlarına çiçek açtırır” der peder Baillet. Ne kadar haklı! Hep uçmak, gönlünce havalanmak ister muhayyile. Yaklaşabileceği bütün sınırları aşmak, ve daha yukarıya, daha yukarıya yükselmek ister.
Descartes’ın düşlerini aktarırken, “Muhayyile, bilgeliğin tohumlarına çiçek açtırır” der peder Baillet. Ne kadar haklı! Hep uçmak, gönlünce havalanmak ister muhayyile. Yaklaşabileceği bütün sınırları aşmak, ve daha yukarıya, daha yukarıya yükselmek ister.
Muhafazakar sanat olmaz bu yüzden! Başka bir nedenden dolayı
değil, sanatın özü gereği olmaz. Eğer kelimelerin haysiyetini korumakta ısrar
edeceksek, açıkça ifade etmekten niçin çekinelim: Sanatın değil sadece,
sanatçının da muhafazakarı olmaz! Çünkü tahayyülün, korunması zorunlu sınırları
olmaz!
* * *
Tahayyül, bir
başka deyişle abartı, sanatın en
temel ilkesi. Bireysel özgürlüğün teminatı. İnsan olmanın sınırlarını genişleten
yegane güç. Dünyaya düşene, yani kendisini, belirlenmiş olanın, doğal ve
toplumsal yasaların, bitmez tükenmez sınırların ve dahi gerçeğin tam da
ortasında bulana, kısaca insana nefes
alma olanağı bağışlayan biricik vasıta.
Yasa, Düzen, Dizge, Ahlak.... bu kurumların, özleri gereği belirsizliğe tahammülleri yoktur.
Belirsizliğe, yani tahayyüle. Hayalin alıp başını gitmesine. Gönlünce
kanatlanıp uçmasına. Sırf bu gerekçeyle, düşünce gücü kadar düşleme gücü de
denetim altına alınmak istenir. Vasata uygun
olup olmadığı sürekli gözönünde tutulmaya çalışılır.
Sanatın en başından itibaren yasayla, düzenle, genel
ahlakla, hatta toplumla başının belada olmasının en temel nedeni bu serazadlığı
değilse nedir? Elden bir şey gelmez. Tahayyül dizginlenemez. Sınırlanamaz.
Muhafaza edilemez.
* * *
Düşünürlerin ve sanatçıların değişmez yazgısı: bir
yanlarında zer (altın), bir
yanlarında zor (iktidar) ile
yaşamak, ve fakat nadiren. Çoğu zamansa, zer’e ve zor’a rağmen yaşamak.
Zavallı sanat! Düşünce ve Bilim, sanatta “gerçeğe ve akla
uygunluk” arar, bulamazsa hezeyan der, türrehat der, dudak büker önemsemez.
Hukuk, “yasalara uygunluk” arar, bulamazsa, suçlu ilan eder ve hınçla
cezalandırır. Toplum ise sanatta “genel ahlaka uygunluk” arar, bulamazsa,
dışlar, itibarsızlaştırır, gözden uzak tutmaya çalışır. Yıkıcı görür onu.
Haklıdır. Sanatın yıkıcı yanı, uyumsuz olan yanıdır. Uygun
olan, hep bir şeye uygun olandır. Münasip ve mutabık olandır, dolayısıyla
makbul ve muteber olan. Ölçüsü nedir bu kabul ve itibarın? Gerçekliğe uygun
olması. Yani akla, yarara, çıkara, yasaya. Toplumsal olanın çıkarı genel
olandadır: düzende ve dizgede. Sağlam ve sürekli olanda. Katılık ve kalınlık
şanından olanda.
* * *
Din dilinde hukuksal dizge ve düzenin karşılığıdır Şeriat; haddin ve hududun. Sınırların. Fıkıh (Hukuk) da bu sınırları tayin
eden bilimin adı. Vasat ve itidalin kaynağı hukuktur. Yasa. Töre. Bu yasanın
öğretildiği yer ise medrese. Kenan diyarından Sina çölüne. Normatif aklın
yurdu. Kural koyucu aklın. Toplumsal uyumun kaynağı. Düzenin. Dizgenin.
Kuralların. Standartların. Müdahale edicidir bu yüzden. Erildir. Her şeyi
belirginleştirmek ve kesinleştirmek ister. Kategoriler içinde düşünür. Muğlak
ve mübhem olanı sevmez. Meçhul olandan nefret eder. Hele abes? Saçma? Absürd? Duymak
bile istemez. Haklıdır. Var olma nedeniyle uyumludur. Özünün gereği budur çünkü.
Asfaltta çiçek yetişmez!
Peki ya tekkeler?
Tekke... uyumsuzluğun yurdu. Bir bakıma (görünür)
uyumsuzluklar içindeki (görünmez) uyumun. Farklı olanın. Karşıtlığın. İkna
olanın değil, ol(a)mayanın. Sağlam ve sabit ve sarsılmaz olanın değil, bilakis
sallantıda olanın. Tereddütte kalanın. Endişe duyanın. Karar veremeyenin.
Naz ehlinin mabedidir tekke. İtiraz ehlinin. Eşiği eleştiri.
Zemini karşıtlık. İhtilaf havası, suyu. Gözü ise yukarılarda, ta yıldızlarda...
Zer de umurunda değildir dervişlerin,
zor da. Muhayyilesinin peşinde,
yıldızların üstünde, Rahman’ın hemen yanıbaşında. Ayaklarının dibinde. Yasa
geçerli değildir onlar için, ünsiyetten pay almışlardır, korku ve heybetten
değil. Hz. Davud gibi raksa mütemayil tabiatlarıyla kendi eksenleri üzerinde
döner her biri. Evrense onların çevrelerinde.
* * *
Niçin Rahim olanın değil de Rahman olanın yanıbaşındadırlar?
Rahim’in merhameti sadece müminlerle sınırlı iken, Rahman’ın
merhameti bütün varlığı içine alır da ondan. Rahim olan, kendine inananlara
ihsan eder, Rahman olansa inanan-inanmayan bütün kullarına. Rahim’in rahmeti
sonuca yöneliktir. Rahman’ın rahmeti başlangıca. Rahim, cennet ehliyle yetinir.
Rahman cehennem ehlini de, arafta kalanları da kucaklar.
Sanat, ilkinin değil ikincisinin şefkatini umanların
marifeti. Uyumsuzların. Bağırıp çığıranların. Gürültü çıkaranların. İtiraz
edenlerin. İnanmakta, kabul etmekte, uyum sağlamakta zorluk çekenlerin. Tutunamayanların.
Sanatçılar dervişlerin kardeşleridir, sıradışıdırlar.
Şatahatları (yasadışı sözleri) çoktur, kabahatleri de, kusurları da. Topluma,
toplumsala uyum sağlamakta zorluk çekerler. Düzene. Dizgeye. Vasata.
Medrese, tarih boyunca tekkenin serazadlığından rahatsız
olmuştur. Özü gereği. Çünkü medrese, kuralları öğretir, o kurallara riayet edilip
edilmediğini denetleyecek olanları yetiştirir. Toplumsallığın, düzen ve yasanın
teminatı hukuk ve siyasettir.
Tekke ise medresenin bu kural koyuculuğundan rahatsızdır. Yine
özü gereği. Bütün yaşamı denetim altına alma hırsından bizar olur. Emirlerinden
ve yasaklarından. Kadılarından ve kadızadelerinden.
Evsizlerin düşüdür tekke. Yurtsuzların. Kovulanların. Hizaya
gelmeyenlerin. Ayar vurulamayanların. Aklın ve gerçeğin kendilerinden talep
ettiği uyumu bir türlü gösteremeyenlerin. Dişildir. Narin ve kırılgandır.
İseviyet tezahür eder her yanından.
Birinde ilim
hükümfermadır, diğerinde irfan. İlim
maluma tabidir. Muhatabının kusurlarına diker gözlerini. Tartışmak değil, ne
yapıp edip sonuca bağlamak ister. İrfan ise mazerete bakar, muhatabının
kusurlarını görmez. Tanışmak, el sıkışmak ister. Olduğu gibi görür, olduğu gibi
kabul eder. Dışlamaz. İtmez. Suçlamaz. Sınırı yoktur. Saf müsamahadır. İstese
de hor görmez. Çünkü hor olanı görmez.
İki uç, iki kutup, iki taraf. Artı-eksi gibiler. Biraraya
gelmez görünürler. Zahire bakmamalı, toplulukların ihtilafına aldanmamalı.
Birliği topluluklarda değil, toplumun bütününde görmeli.
* * *
Sanat tekkede tezahür eder. Arasokaklarda. Kaldırım
kenarlarında. Abes olanın, muğlak ve meçhul olanın sinesinde. Tahayyülün zirvesinde.
Zer’le zor’la olmaz bu yüzden.
İstediğiniz kadar yığın altınları ayaklarının dibine,
dilerseniz korkutun, sıraya sokun, hizaya getirin, ayar verin, zer’le zor’la yüksek
sanatın o nazlı yüzünü görmeyi asla başaramazsınız.
Bu işin esası tesamuhtur. Her halukarda müsamaha. Hoşgörü
yani. Musa’nın şeriatıyla olmaz, Hızır’ın irfanına başvurmalı. Ama önce
yediuyuyanları uyandırmalı.
Adalet ve merhameti, adına saray denilen o heybetli, o
cesim, o korkunç binalarda arayanların vay haline! Adalet ve merhameti halkın
vicdanında aramak zorundayız. Vicdanımızda. Meydanlarda değil, kaldırım
kenarlarında. Sessizce. İçin için. İki damla gözyaşıyla. Rahim’in değil,
Rahman’ın nazarını celbetmek için.
Sanatın mabedinde. Yani gönüllerimizde,
ama asla yüreklerimizde değil.
İhtiyacımız olan şey cesaret değil, tevazu.
Süleyman’ın asasına değil, Davud’un neşidelerine ihtiyaç
duymalıyız.
Kudret yumruğunu ikide bir karşıtlarımızın masasına indirmek
yerine, bazen sıfatsız, vasıfsız, suretsiz görünmeyi de öğrenmeliyiz. Fetihten
sonra zemine inip toprağa yüz sürmeyi bilmeliyiz. Toprağa, yani herkesi herkese
eşit kılan vicdanın zeminine.
İlim o devasa yolların, metroların bitmesini ister. O
kocaman kulelerin, betonların, duvarların tamamlanmasını ister. Hizmet etmek
ister. Sonucu görmek ister. Hakkıdır elbet. Amacını yüceltmek ve
gerçekleştirmek zorundadır. Lakin irfan da ne yapsın, çaresizdir, çoklarına
zahiren lüzumsuz gibi görünen kimi ayrıntıların peşinden koşmak zorundadır. Çünkü
irfan açısından değerli olan yüksek kuleler dikmek değil, insanı tanımaktır,
insanımızı. Ayrıntı deyip de
geçmemeli, irfan’ın ayrıntısı insandır. Sanatın ve ilhamın.
İnsanın en büyük eseri kendisidir, eğer anlamını bilirse.
Bir devlet adamı için de öyle olmalı. Kendisine ne kadar kızılırsa kızılsın, ne
kadar nefret edilirse edilsin, yine de saygı duyulmalı. Dostlarınca değil,
bilakis düşmanlarınca.
Secdeye değen sadece alın olmamalı bu yüzden, kalb de
sahibiyle birlikte eğilmeyi öğrenmeli.
* * *
Muhafazakar Sanat, varolan değil, varolması istenen
(emrolunan) bir sanat tarzının adı. Kendisi yok ama şimdiden bir manifestosu bile var. Çok yazık! Zer de yanında artık, zor da. Farklılıklara tahammülsüz bu
yüzden. Karşıt görmek istemiyor.
Halka, geçmişe, geleneğe, değerlere uygunluk bekliyor.
Toplum adına toplulukları horluyor. Çokluk ve çoğunluk adına. Seçkinlik
tafralarına müsamaha göstermiyor. Alt tarafı entellektüel gevezelikler, bohem
havaları, dandy ucuzlukları, dégénéré tavırlar, monden şımarıklıklar...
Sanatçı, muhayyilesinin, yani kendisinin, zatının, özünün
peşinden koştuğu sürece, sanat sıradışı, toplumdışı, hatta yasadışı olmaktan kaçınamaz.
Muhayyilesinin, yani dizginlenmesi ve
denetlenmesi imkansız olanın.
Hukuk’la, Ahlak’la, İktidar’la karşı karşıya gelmeden
varolmayı beceremez sanat. Hallerinden şikayet edenlerin canları cehenneme!
Huzurla yansınlar.
* * *
Kimse yeni anacaddeler açtığı iddiasıyla bu ülkenin
arasokaklarını kapatma hakkını kendinde bulamaz! Bulmamalıdır. Bulamamalıdır.
Cumhuriyetin kurucu kadroları Şeb-i Arus törenlerini özelleştirdi de n’oldu? O garibler yıllarca
kendi gönül aynalarının üzerinde raksettiler.
Birer bina zannettikleri sözümona tekkelerin kapılarına
kocaman demir kilitler asıldı diye, başı kendiyle belada olan dervişler öylece
susup neşideler söylemekten vaz mı geçtiler? Asla! Bilakis bazen kırlarda, bazen
kuytu kuşelerde, bazen de anacaddelerin ortasında, hem de zabtiyelerin gözü
önünde, için için zikrettiler.
Yüksek sesle “Hakk!” dediler.
Lakin ham ervah öncesini
duymadı.
Ene’yi. Ben’i. İnsan’ı.
Yorumlar
Yorum Gönder