Saygın Günenç, Modernler Klasikleri Neden/Nasıl Okudu?, Heidegger, 5. Seminer


I

Klasik düşünce üzerine değerli üyeler, sizi tekrar saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Heidegger'in bu hafta yorumlarını sonlandırıyoruz ve Aristoteles'in metafiziğinin Teta kitabının yorumuyla bitiriyoruz. Heidegger, 1931 ve 32 yıllarında bir ders veriyor. Bu ders, Aristoteles'in Teta kitabının 1 ve 3. kesimleri ile ilgili, daha doğrusu oldukça kısa bir bölümüyle sınırlı. Geri kalan kısmını maalesef Heidegger yorumlayamıyor. Fakat yorumladığı şekliyle de kitap yaklaşık 225 sayfa. Türkçeye Saffet Babür tarafından çevrildi ve Bilge Su Yayınları'ndan çıktı. Kitap, hem Almanca hem de Türkçe basıldı.

Şimdi isterseniz hemen başlayalım. Aristoteles'in Teta kitabı, 'dünamis' ve 'energeia' problemi ile ilgili. Türkçesiyle söyleyecek olursak olanak-edimsellik, imkân-gerçeklik, imkân-gerçekleşme ve tamamlanma problemi diyebiliriz. Önce bu yorumunun neden önemli olduğuna değinelim. Ayrıca geçtiğimiz haftalarda gördüğümüz gibi, Heidegger Aristoteles'i özgün bir şekilde yorumluyor, terimleri kendince anlamlandırıyor ve değişik karşılıklar veriyor. Bu yüzden de hiç karşılaşmadığımız bir dili görme şansına sahip oluyoruz.

Bu sadece Aristoteles'i anlamak açısından değil, Heidegger'in kendisini anlamak açısından da son derece verimli bir metin. Ben de ana hatlarıyla size bu metni sunmaya çalışacağım. Yalnızca birinci ve üçüncü kesimleri değil, geri kalan kısımlarını da ele almaya çalışacağız.

Dünamis Kavramının Tanımı

Öncelikle 'dünamis' kavramının bir tanımıyla başlayalım. Genel olarak 'dünamis', güç, kuvvet, kudret, yeti, yeterlilik, yetkinlik kavramlarını içeriyor. Örneğin, bir polisin ya da devlet yöneticisinin kudreti Yunanca'da 'dünamis' ile karşılanıyor. Aynı şekilde belli bir yetiye, yeterli ehliyete, maharete ya da beceriye sahip olanlar da bu terimle tanımlanıyor.

Felsefi ve metafizik açıdan önemli olan karşılığı ise bugün 'imkan' ya da 'olanak' ile ifade ediliyor. Bunun karşısında ise bir başka önemli kavram var: 'energeia'. 'Energeia' ise işler olmak, çalışır durumda olmak, uygulama halinde olmak ve edimsel olmak anlamına geliyor. Yeni Türkçe karşılığı 'bilfiil olma hali'. Metinde eski karşılık olarak 'kuvvet' ya da 'bilkuvve' şeklinde de geçiyor.

Kavramsal Ayrımlar ve Sınıflandırmalar

Kendim de bu kavramları ayırt etmek için bir sınıflandırma yaptım. Şöyle ki:

1.      Mantıksal imkan alanı: Mantıkla ilişkili olduğu için 'imkan' kelimesini kullandım.

2.      Ontolojik imkan alanı: Daha açık bir varlık bağlantısı için 'olanak' kavramını kullandım.

Heidegger böyle bir ayrım yapmıyor fakat Türkçe açısından daha uygun olacağını düşünüyorum. Aristoteles'in Teta kitabında başlangıçta bir sınıflandırma var. Heidegger bunu sunuyor. 'Dünamis' metaforik anlamda kullanılıyor ve gerçek anlamıyla ontolojik ya da metafizik anlamda ele alınıyor.

Bu noktada Aristoteles 'kata dinamin' yani 'dünamis bakımından olmayan' kavramını sunuyor. Ancak bu tanım ontolojik anlamda yeterli görülmüyor. Daha sonra asıl ontolojik anlamda 'dünamis' ele alınıyor. Burada yine ikili bir ayrım var:

1.      Kata kinesin (hareket bakımından dünamis)

2.      Gerçek anlamıyla, asıl anlamıyla dünamis.

Mantıksal İmkan Kavramı

Klasik tanımlama şu şekilde: Mantıksal imkan, genel olarak çelişmezlik ilkesi ile bağlantısı içerisinde ele alınır. Aristoteles'in klasik yorumlarında bunu görüyoruz. Heidegger'in savunduğu şey ise bunun en başından itibaren ontolojik olduğudur.

Öncelikle olanaksızın tanımına bakalım. Yunanca 'dü' atom (olanaksız) ve 'adeneton' (mümkün değil) kelimelerinden türemiştir. Aristoteles'in tanımına göre: "Karşıtı zorunlu olarak doğru olan imkansızdır."

Heidegger ise bu tanımı farklı bir şekilde ele alıyor. Almanca'da 'offenbaren' (açığa çıkarmak) kelimesini kullanarak, olanaksız olanın 'kendisini kapatma', dile getirilemezlik anlamına geldiğini vurguluyor.

Matematiksel Örnekler

Matematikten örnek verelim: Bir dik üçgenin hipotenüsü, öteki iki dik kenarı ile eş ölçümsüzdür (irrasyoneldir). Hipotenüs, ortak bir ölçü birimine vurulamaz. İşte bu irrasyonellik, Aristoteles'in belirttiği olanaksızlık durumunu gösterir.

Heidegger, bu noktada olanaksızlığı, ölçülemeyen ya da dile getirilemeyen bir şey olarak tanımlar. Öte yandan, olanaklı olan ise kendisini ifade edebilen, dile getirilebilen ve açığa çıkabilen olarak ele alınır.

Kinesis (Hareket) Kavramı

Mantık alanında hareket olmadığı için Aristoteles, asıl 'dünamis' kavramını hareket (kinesis) alanında ele alır. Kinesis, tamamlanma, gerçekleşme ve uygulamaya konma sürecidir. Örneğin, bir mermerin heykel olabilme olanağı, hareket başladığı andan itibaren açığa çıkmış olur.

Yeti (Potentia) Kavramı

Bu noktada 'yeti' (kuvve) kavramına geçiyoruz. Yeti, maharet, beceri veya kapasite anlamına gelir. Aristoteles, bir mimarın ev inşa edebilme yetisini örnek verir. Mimar, bu yetisini edimsel hale getirerek (energeia) evi inşa eder. Sürecin sonunda ise eser (ergon) ortaya çıkar.

Yeti kavramı ikiye ayrılır:

1.      Potentia Passiva (Edilgin yeti)

2.      Potentia Activa (Etkin yeti)

Bir örnek verelim: Isınan bir cisim, soğuk bir cismi ısıtırken etkin rol oynar; soğuk cisim ise edilgin rol oynar. İkisi arasındaki süreç ise 'energeia' olarak tanımlanır.

Sonuç

Bu bölümde Aristoteles ve Heidegger'in 'dünamis' ve 'energeia' kavramlarına ilişkin analizlerini ele aldık. Özellikle mantıksal ve ontolojik imkan, kinesis ve yeti kavramları üzerinde durduk. Devamında daha derin kavramsal çözümlemeler yapacağız.

II

Günahmîs'in özelliği, hiçbir şekilde olmaması değil; tam tersine belli bir edimsellik durumunda zaten şimdiden olmasıdır. Bu yüzden ara durumdayız. Yani bu, 'potentia activa' denilen şey daha sonra ontolojik anlamda 'energeia'nın kendisine gidecek. Çizgiyi takip edebiliyor musunuz? 'Potentia activa' daha sonra ontolojik anlamda değerlendirildiğinde 'potentia' kısmı ortadan kaldırılacak ve salt 'energeia' olarak adlandırılacaktır. Bunun karşısında ise maddenin kendisi ortaya çıkacak ve madde bir kere ortaya çıktığı andan itibaren asıl olanak dediğimiz şey kendisini gösterecektir.

Dolayısıyla madde, form ile 'dünamis' ve 'energeia' arasında çaprazlamasına bir ilişki barındırır. Ancak madde ile form arasındaki ilişkiyi devreye alarak, gerçek anlamıyla 'dünamis' ve 'energeia'nın ne olduğunu anlayabiliyoruz.

Yeti Kavramı ve Alımlayıcılık

Yeti kavramı söz konusu olduğunda, henüz madde ve form kendisini açık bir şekilde ya da daha doğrusu 'eidos' ve 'hyle' kendisini göstermeden bu iki kavram devreye alınmaz. Heidegger, bu noktada ontolojik bir tanım sunar: Yunanca'da alıcı, taşıyıcılık ya da alımlayıcı taşıyıcılık olarak ifade edilen bir kavram kullanır. Bir taşıyıcı varlık vardır ve bu taşıyıcının özelliği alımlayıcı olmasıdır.

Peki neyi alımlayıcıdır? 'Eidos'un, yani formun. Heidegger'e göre, 'Austeyn', görünümün ya da görünüşün tam gerçekleşmiş halidir. Daha önce belirttiğimiz gibi Heidegger, formu 'söktür yapısı' ya da 'ilke' olarak değil, 'austeyn' olarak karşılar. Bu, söz konusu olan şeyin ay altı âlemde kendisini açtığı, gerçekleştirdiği ve olgunlaştırdığı anlamına gelir.

Bu noktada, form tam anlamıyla madde ile birleştiğinde, yani 'sünen' (birleşik) haline geldiğinde artık 'morfe' halini alır. Sınırsız olan maddeden şekillenmiş maddeye doğru geçiş sağlanır. Bir kere madde şekillendiğinde, 'eidos' ile kaynaştığında, tam görünümüne ulaşarak 'morfe' olarak adlandırılır. 'Morfe', görünüşün bizzat kendisidir.

Hareketsizlikten Hareketliliğe Geçiş

Şimdi üçüncü aşamaya bakalım. Alımlayıcı ve taşıyıcı varlık kendiliğinden harekete geçemez. En önemli farklılık budur. Kendi haline bırakıldığında, yetiden farklı olarak açığa çıkması, kendini göstermesi mümkün değildir. Olabilir de olmayabilir de. Bu, bir 'indifferans' hali, yani kayıtsızlık ve ilgisizlik durumudur.

Ancak yeti söz konusu olduğunda, yeti doğrudan pratik harekete geçebilir. Burada önemli bir nokta var. Hareketin ilkesi, 'arke metabole' (değişimin ilkesi) olarak adlandırılır. 'Metabole', Almanca'da Heidegger tarafından bir durumdan diğerine geçiş olarak tanımlanır.

Metabole ve Fail Neden

Bir mimarın bir ev yapması örneği üzerinden açıklayalım. Mimar, evi yapmaya başladığı andan itibaren 'arke metabole' yani değişimin ilkesi olarak bir süreci tetikler. Burada mimar, 'fail neden' (etkileyen güç) olarak iş görür. Mimarlık süreci, parçaların içsel bir düzenle birleşmesini sağlar. Bir eser, parçalarının birleşimi ile adeta kendiliğinden ortaya çıkar.

Bu durum, Heidegger'e göre değişimin ilkesi olan mimarın başkası üzerinde etkide bulunmasını gösterir. Mimarın dokunuşu, dışarıdan bir güç uygulayarak parçaları bir araya getirir. Benzer şekilde, bir hekim, vücudun kendisini iyileştirme gücünü harekete geçirir. Hekimin rolü, bu sürece aracılık etmektir.

Edimsellik ve Ontolojik Açıklamalar

Bu noktada Aristoteles'in ele aldığı konuya dönersek: Henüz olmama ya da gelecekte olma hali önemlidir. Eğer bir şey gelecekte ortaya çıkacaksa, onun olanaklılığının şimdiden mevcut olması gerekir. Geçmişte olmuşsa artık olanaklı değildir; edimsel olmuştur. Ancak gelecekte ortaya çıkma potansiyeli varsa, işte o zaman farklı bir tür 'dünamis' devreye girer.

Aristoteles'in madde ve form anlayışı bu kavrayışı temel alır. Madde, alıcı ve alımlayıcı olarak potansiyel barındırır ve zaman içinde şekillenir. Form, maddeyi edimsel hale getirir. Bu süreç, kinesis ve energeia arasındaki ilişki ile açıklanır.

Kozmolojik Kanıt ve Hareket

Aristoteles'in kozmolojik kanıtı, gök kürelerinin hareketi ile dünyadaki hareketin nasıl gerçekleştiğini açıklar. Gök küreleri, iç içe geçen bir sistemle hareket eder ve bu hareket, ay altı alemde doğma ve yok olma süreçlerini tetikler. Zorunlu ve ebedi hareket ettiriciler, olanaklı olanın açığa çıkmasını sağlar.

Modern çağda dahi kozmolojik kanıt önemini korumuştur. Bertrand Russell ile Frederick Copleston arasındaki ünlü tartışma bu konuyu ele alır. Zorunlu bir hareket ettiricinin varlığı, varlıkların sürekliliğini sağlar. Bu bağlamda Heidegger’in yorumu, Aristoteles’in kavramlarını yeniden düşünmek için zemin oluşturur.

III

Bu zorunlu enerji hali, mükemmel enerjiye yani en yüksek seviyede enerjiye işaret eder. Hepinizin bildiği gibi, bu hareketsiz hareket ettirici olarak adlandırılan ilk hareket ettiricidir. Ancak burada Aristoteles, bunun tam olarak bir varlık olup olmadığını net bir şekilde belirtmez. Adeta sevgiye benzetilen bu enerji, tüm var olanları, bir iştahla ('orexis') mükemmel enerji seviyesine ulaşmak için çabalamaya yönlendirir.

Bu yönelmişlik hali sayesinde yeryüzündeki ve gök cisimlerindeki hareketler ortaya çıkar. Aristoteles, bu hareketleri seven ile sevilen, aşık ile maşuk arasındaki ilişkiye benzetir. Tasavvufta da benzer bir tema bulunur. Burada, sevilenin (hareketsiz hareket ettirici) var olanları kendisine çekmesi söz konusudur. Bu çekim, varlıkların doğasında bulunan bir eğilim olarak tanımlanır.

Bu noktada Aristoteles'in 'dünamis' ve 'energeia' kavramları yeniden devreye girer. Ay altı alemdeki varlıklar, sürekli bir eksiklik ve tamamlanmamışlık hali içindedir. Onların hareket etmeleri, bu eksikliklerini gidermeye yönelik bir çaba olarak açıklanır. Gök küreleri ise farklı bir yapıya sahiptir. Onlar, maddeden yapılmış oldukları için şekil (morfe) kazanmışlardır; ancak yine de tam mükemmelliğe ulaşamazlar. Bunun nedeni, onların maddeden (hyle) yapılmış olmaları ve saf formdan (eidos) yoksun olmalarıdır.

Mantık ve Olanaklılık İlişkisi

Mantıksal olanak ve olanaksızlık kavramları, asıl ontolojik 'dünamis' ve 'energeia' ilişkisini tam olarak yansıtmaz. Gerçek anlamda 'dünamis', 'energeia' ile birleştiğinde kinetik bir süreçle açığa çıkar. Heidegger’in yorumuna göre, bu süreç bir şeyin potansiyelinden (dünamis) edimsel hale (energeia) geçişini tanımlar. Ancak Aristoteles'in ontolojik düzeninde bu geçiş, sadece hareket (kinesis) bağlamında değil, aynı zamanda varoluşsal bir tamamlanma anlamında ele alınır.

Yeti ve Edimsellik

Yeti kavramı, cansız varlıklar üzerinden 'potentia activa' ve 'potentia passiva' şeklinde ele alınmıştır. Cansız varlıklar, dışarıdan bir etkiyle harekete geçerler. Buna karşılık, canlılar ve özellikle insanlar kendi içlerinden gelen bir etkinlik kapasitesine sahiptirler. Aristoteles’in örneğinde, bir mimarın ev yapabilme yetisi, etkin (aktif) potansiyel olarak değerlendirilir. Ancak bu yeti, sürecin tamamlanmasıyla birlikte 'energeia'ya dönüşür.

Benzer şekilde, bir hekim hastayı tedavi ederken, vücudun kendi kendini iyileştirme kapasitesini harekete geçirir. Heidegger'e göre, bu durum, 'potentia activa'nın pratikte 'energeia'ya dönüştüğü süreci temsil eder. Burada önemli olan, yetinin harekete geçebilmesi için uygun koşulların ve tamamlayıcı unsurların bir araya gelmesidir.

Ay Üstü ve Ay Altı Alemler

Aristoteles’in varlık düzeninde ay altı ve ay üstü alemler arasında temel bir ayrım bulunur. Ay üstü alem, saf form ve energeia’nın en yüksek düzeyde bulunduğu yerdir. Burada, hareket ettirici unsurlar (gök küreleri) sürekli devinim halindedir ve bu devinim, ay altı alemdeki değişim ve oluşumları etkiler.

Ay altı alemde ise maddesel varlıklar yer alır. Bunlar, potansiyel (dünamis) ve edimsel (energeia) durumlar arasında gidip gelirler. Örneğin, bir tohumun bitkiye dönüşme süreci, hem potansiyel hem de edimsel aşamaları içerir. Aristoteles’e göre, bu süreç, zaman içinde gerçekleşen bir tamamlanma hareketidir.

Kozmolojik Kanıt ve Hareket Ettirici İlkeler

Aristoteles'in kozmolojik kanıtı, gök kürelerinin hareketi ile dünyadaki hareketin nasıl gerçekleştiğini açıklar. Gök küreleri, iç içe geçen bir sistemle hareket eder ve bu hareket, ay altı alemde doğma ve yok olma süreçlerini tetikler. Zorunlu ve ebedi hareket ettiriciler, olanaklı olanın açığa çıkmasını sağlar.

Modern çağda dahi kozmolojik kanıt önemini korumuştur. Bertrand Russell ile Frederick Copleston arasındaki ünlü tartışma bu konuyu ele alır. Zorunlu bir hareket ettiricinin varlığı, varlıkların sürekliliğini sağlar. Heidegger’in yorumu, Aristoteles’in kavramlarını yeniden düşünmek için zemin oluşturur.

Aristoteles, bu düzeni, varlıkların doğasındaki eğilimlerle ve hareket ettirici ilkelerle açıklamaya çalışır. Buna göre, varlıkların tamamlanma süreci, bir yandan doğadan gelen içsel bir eğilime dayanırken, diğer yandan dışsal etkilerle desteklenir. İlk hareket ettirici, bu düzenin nihai açıklaması olarak yer alır.

Sonuç

Aristoteles'in metafizik sistemi, varlıklar arasındaki ilişkiyi, potansiyel ve edimsel durumlar üzerinden açıklar. Heidegger’in yorumları, bu sistemi ontolojik bir çerçevede yeniden ele alır. 'Dünamis' ve 'energeia' kavramları, yalnızca mantıksal değil, aynı zamanda varoluşsal bir dinamiği tanımlar. Bu yaklaşım, metafiziğin temel sorularını ve modern yorumlarını anlamak için önemli bir perspektif sunar.

IV

Madde, olanaklı (dynamis) durumda bulunur; ancak telos'un (amaç veya erek) en önemli özelliği energeia halinde olmasıdır. Hatta en yüksek telos, en yüksek energeia halindedir. Bu şu anlama gelir: İnsan yaşamının tüm içeriği, insanlık dışında bile ortaya çıkmadan önce mevcuttur. Yani, yeti (potentia) dışarıdan aposteriori olarak elde edilmez. Bu sadece zamansal bir süreçte gerçekleşir. Zamansız bir şekilde, varlık zaten potansiyel olarak mevcuttur.

Bilme ve Energeia'nın Önceliği

Öncelikleri ele alırsak, bilme bakımından energeia'nın önceliği vardır. Aristoteles’in epistemolojisi buna dayanır. Bir şeyi bilme süreci, zamansal olarak bizim için sonradan gelse de, doğası gereği bilinen şey daha öncedir. Örneğin, kalbin işleyişini anlamak isteyen biri, önce gözlemler ve dış yüzeyi inceler. Ancak kalbin işleyişinin ilkesini kavradığında, anlamlı hale gelen şey, bilme bakımından ilk sırayı alır.

Bilme süreci doğası gereği teleolojik bir yönelim taşır. Yani, varlıkların ereksel bir yapısı vardır. Bilgi, bu ereksel yapıyı çözümlemeye dayanır. Energeia burada hem bilginin kendisi hem de bilginin yönlendiricisi konumundadır.

Logos ve Parça-Bütün İlişkisi

Logos bakımından, tanımların parçaları madde olarak önce gelir; ancak tanımın bütünlüğü, parçadan öncedir. Örneğin, parmağın tanımını yapmak için vücudun bütününe bakmak gerekir. Parmak, maddi olarak önce gelse de, bütünü bakımından sonra gelir. Bu, bütüne ait olma ve onu yönlendirme açısından parçanın konumunu belirler.

Ontolojik Hiyerarşi

Zorunlu varlıklar silsilesinde, tek bir zorunlu varlık yoktur. Birden fazla zorunlu varlık vardır; ancak bir tanesi tamamen maddesizdir. Aristoteles’in ontolojisinde bu, ilk hareket ettirici olarak tanımlanır. Hareket ettirici olan bu ilke, yaratmak yerine var olan olanakları açığa çıkarır.

Heidegger’in yorumuna göre, insan varlık olarak seslenilen bir varlıktır. İnsan, varlığın çağrısını duyandır. İnsan, bu çağrıya cevap vererek varlığı açığa çıkarır. Heidegger bu süreci "Entbergung" (saklı olanın açığa çıkarılması) olarak adlandırır.

Modern Teknik ve Keşif Problemi

Modern teknik, Heidegger’e göre, Aristoteles’in "techne" anlayışından tamamen farklı değildir. Modern teknik, saklı olanı açığa çıkarır; ancak doğayı kışkırtarak ve zorlayarak açığa çıkarır. Bu noktada Heidegger, modern teknik dünyasında insanın sadece bir kaynak (human resource) olarak görüldüğünü ve potansiyel enerjisi harekete geçirildiğinde aktif hale getirilen bir varlık haline geldiğini savunur.

Modern dünyada, her şey işlevsellik üzerinden tanımlanır ve insanlar da bu işlevselliğin bir parçası olarak yer alır. Heidegger bu durumu "Gestell" (çerçeveleme) kavramıyla açıklar. Modern teknik, varlıkları zorlayarak bir düzen içine alır ve onları potansiyel enerjiye dönüştürür.

Energeia ve Olanaklılık Üzerine Tartışma

Megara Okulu ile Aristoteles arasında olanaklılık ve edimsellik üzerine önemli bir tartışma vardır. Megara Okulu, yalnızca edimsel olanın gerçek olduğunu savunur. Aristoteles ise, olanaklılığın (dynamis) edimsellikten (energeia) bağımsız olarak var olduğunu savunur. Heidegger bu tartışmayı, insanın varlığı algılama biçimi üzerinden değerlendirir.

Örneğin, Heidegger’in örneğinde, bir atlet başlangıç pozisyonunda, parmakları yere değmiş ve koşuya başlamaya hazır bir şekilde durmaktadır. Atlet, hareket etmese bile potansiyel olarak harekete hazırdır. Heidegger’e göre, modern teknik bu tür bir potansiyeli sürekli tetikleyebilecek bir düzen kurar.

Hiyerarşi ve Ontolojik Katmanlar

Aristoteles’in ontolojik sistemi, hiyerarşik bir düzen içerir. En altta saf madde (ilk madde) bulunur. Üzerinde şekil almış maddeler, organik varlıklar ve ruhsal varlıklar yer alır. En yüksek noktada ise saf form (ilk hareket ettirici) bulunur. Bu sistemde, varlıklar en alt düzeyde olanaklılık (dynamis) durumundan en yüksek edimsellik (energeia) düzeyine doğru yükselirler.

Aristoteles’in ontolojisi, sudur teorilerinden farklıdır. İlk hareket ettirici, hiçbir yaratıcı eylemde bulunmaz; yalnızca varlıkların kendi ereklerine yönelmesini sağlar. Heidegger’e göre, bu hareketsiz hareket ettirici, varlıkların anlamını açığa çıkaran bir ilkedir. İnsanlar, bu çağrıya yanıt vererek varlığın anlamını keşfeder ve açığa çıkarır.

Sonuç

Aristoteles ve Heidegger’in ontolojik sistemleri, varlık ve bilme süreçlerini teleolojik bir bağlamda değerlendirir. Energeia, bilginin, varlığın ve yönelimin temel ilkesi olarak ele alınır. Heidegger, modern teknik ve insanın bu sistem içindeki konumunu sorgularken, Aristoteles’in metafizik anlayışına yeni bir yorum getirir. Bu tartışmalar, varlık ve zaman kavrayışını anlamak açısından hâlâ önem taşır.

İSLÂM DÜŞÜNCESİYLE MUKAYESE

Olanaklılık (dynamis) ve edimsellik (energeia) kavramları, klasik Türk-İslam düşüncesinde kuvve ve fiil kavramlarının karşılığı olarak değerlendirilebilir.

1. Kuvve (Dynamis)

  • Kuvve, bir şeyin henüz gerçekleşmemiş ama gerçekleşme potansiyeline sahip olduğu durumu ifade eder.
  • Aristoteles’in dynamis kavramıyla örtüşür.
  • İslam filozofları, özellikle Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd, bu terimi Aristoteles’in düşüncesini temel alarak geliştirmiştir.
  • Örneğin, bir tohumun ağaç olma potansiyeli, onun kuvve halinde olmasıdır. Tohum, henüz fiilî olarak bir ağaç değildir; ancak bu potansiyele (kuvvete) sahiptir.

2. Fiil (Energeia)

  • Fiil, kuvvedeki bir şeyin gerçekleşmiş hâlidir.
  • Aristoteles’in energeia kavramı ile uyumludur.
  • İslam filozofları, fiili, kuvvenin tamamlanmış ve edimsel hale gelmiş formu olarak tanımlar.
  • Örneğin, tohumun büyüyerek ağaç olması, onun fiil haline geçmesidir.

3. İslam Düşüncesindeki Kullanım

  • Farabi ve İbn Sina, bu kavramları metafizik, fizik ve psikoloji bağlamında ayrıntılı olarak incelemişlerdir.
  • İbn Sina, kuvve ve fiil kavramlarını yalnızca fiziksel süreçlerde değil, ruhsal ve zihinsel süreçlerde de kullanmıştır.
    • Örneğin, insan aklının potansiyel bilgiden fiilî bilgiye geçişi, bu sürecin ruhsal boyutunu yansıtır.
  • İbn Rüşd ise Aristoteles'in bu kavramlarını savunarak onları İslam düşüncesi içinde sistematik hale getirmiştir.

4. Teolojik ve Ontolojik Boyut

  • İslam metafiziğinde Allah, salt fiil (edimsel) olarak kabul edilir.
  • Allah’ın zatında hiçbir eksiklik ya da kuvve durumu bulunmaz; çünkü O, mükemmellik ve edimselliğin zirvesindedir.
  • Buna karşılık, yaratılmışlar, bir tür kuvve-fiil hiyerarşisine sahiptir.
    • Örneğin, melekler tam fiil olarak görülürken, insanlar hem kuvve hem de fiil durumunda bulunabilirler.

5. Sonuç

Aristoteles’in dynamis ve energeia kavramları, klasik Türk-İslam düşüncesine kuvve ve fiil terimleriyle aktarılmış ve İslam filozofları bu kavramları metafizik, psikoloji ve varlık anlayışlarını temellendirmek için kullanmışlardır. Bu kavramlar, doğrudan Aristotelesçi düşüncenin İslam dünyasına yaptığı etkiyi ve felsefî geleneğin devamlılığını gösterir.

Yorumlar